“Bir ara gidip, evi kontrol etmeyi planlıyorum. Çerçeveler değişti, gidip görmem lazım. Hava biraz ısınsın önce ama.”
Şubat’ın son günleriydi. Günlük konuşmamız arasında Ertuğrul söylemişti. Sonra başka konular konuştuk; gelecekten, hayattan, havadan, sudan…
Ama benim aklım takılmıştı bir kere; “evi kontrol etmem lazım”.
Peki, ne demekti evi kontrol etmek?
Gemlik demekti, Karacabey demekti, Balıkesir demekti, Ören demekti. Yani, yol demekti, yolda olmak demekti.
Daha fazla dayanamadım. Aldım elime telefonu, son aramalardan Ertuğrul’u buldum. Karşıdaki ses “alo” der demez yapıştırdım ağzımda bekleyen kelime öbeğini, hiç teklifsiz, pat diye; “Ağabey, birlikte gidelim, motora binelim, yol yapalım…”

Mevsim dönümü, bahar geldi geliyor. Bu aralar arabanın camları sürekli buz. Önce camları kazı, sonra ofise doğru yola koyul. Sabah ritüeli oldu bile… Gece soğuk, öğlene doğru güneşli ama serin. Mart geliyor, her halinden belli.
Sabah 6’da kalkar kalkmaz ilk iş pencereden dışarı bakıyorum. Hayret, uzun zamandır ilk defa bu sabah camlar buzsuz. İyiye mi yormalı? Yol tanrıları bize torpil yapacaklar belli ki 🙂
Hızlıca giyinip, eşime el sallayarak ve küçük kızımı uyandırmadan yola koyuluyorum. İlk adım, motoru kapalı garajdan alıp, geri kalan hazırlıkları halletmek.
Yollar buzsuz, hava 7 derece.
Salgın dönemi hepimizi fena etkiledi, etkilemeye devam ediyor. Dolayısıyla uzun zamandır motorumla olan ilişkim, bakım ve “işler tutma” ile sınırlı. İşte şimdi yolda olma zamanı ve heyecan da dorukta haliyle.
Gişede HES kodunu gösterip, kredi kartından “temassız” ücret ödemesini de yapıp, feribot sırasına park edince anlıyorum; artık gerçekten yoldayım. Yalova sadece kırk beş dakika uzağımda…

Yalova İskelesi’nde Ertuğrul ile buluşuyoruz. Yeni aldığı Hero X- Pulse 200 ile pek havalı duruyorlar. Hero demişken, Ertuğrul birkaç ay önce küçülme kararı verdi. Birçok marka modeli inceledi ve en sonunda Hero’ya karar kıldı. Kısa sürede o kadar memnun kaldı ki, 660 Tenere’sini hızlıca elden çıkarttı.
Bu yolculuk benim için ne kadar heyecanlı ise, Ertuğrul için de bir o kadar farklı ve heyecanlı olacak. Bakalım 200 cc’lik mini dev, ilk uzun yolculuğunda nasıl bir sınav verecek…
Kısa bir hoş beş, ardından kasklardaki intercomları eşleştirme ve artık hazırız.
O halde, başlasın yol macerası!
On seneden daha fazla bir zamandır Ertuğrul ile birlikte yol yapıyoruz. Ben ya 125 cc ya da 652 cc ile yoldayken, Ertuğrul bu süre içinde farklı hacimde ve güçte 10’dan fazla farklı motorla eşlik etti. Büyük hacimlerde sorun yoktu ama özellikle Ertuğrul küçük hacim kullanırken, uzun yol -kimi zaman- eziyete dönüşür benim için. Kendisi rahat, sakin, etrafı, doğayı seyrede seyrede kullanmayı severken, ben ise daha canlı, daha keskin ve viraj yapma keyfi odaklı kullanıyordum. Dedim ya, güçlü motorlarla bu sıkıntı çok az yaşanırken, küçük hacimde iyice azap halini alıyordu.
Aklımda deli sorular; yoksa Hero da YBR gibi mi olacak, yine 60 km/h’ye sabitlenmiş, gençliğimiz yollarda mı tükenecek?
Çok şükür, beklenen olmuyor. İlk mola yerine kadar gayet akıcı bir tempo ile geliyoruz. 18,5 beygiri, 50 beygir ile takip ediyorum. Güçler arasında epey bir fark olsa da, trafik seyir hızını yakalamak benim için çok önemli. Ve gerek Hero, gerekse Ertuğrul hayal kırıklığı yaşatmıyorlar. 80 – 100 km/h arası bir seyirle, sıkıştığımız yerlerde 110’a kadar yükselerek ilerliyoruz. Üstelik yol boyu rüzgâr karşımızdan esiyor.

Rotayı direkt Ören’e inecek şekilde değil de, 2011 yılında geçtiğimiz Balya – Kalkım istikameti üzerinden yapmak niyetindeyiz. Gönen’e sapıyoruz. Daha sonra Balya. Cumhuriyet Dönemi öncesinde Fransız – Alman ortaklığıyla işletilen madende çalışan yöneticilere tahsis edilen, lojman binasının yanından geçip, önünde 10 yıl sonra yine fotoğraf çekmek amacım. Ama 10 yılda çok şey değişmiş; yollar genişlemiş, lojman binası bakımsızlık ve talandan perişan halde, etraf yeşil değil artık, bolca çöp yol kıyısında…
Yakın çevrede hala işletilmekte olan madenlerden dolayı yollar genişlemiş. Böylece kamyonlar daha “rahat ve hızlı” gidebiliyorlar! Bizim geçtiğimiz orman arası, kısmi asfalt yollar ise artık tarih olmuş. Kalıntıları yer yer gözümüze çarpıyor. Vakit de epey geç oldu zaten, Kalkım üzerinden Agonya yerine, direkt olarak anayola iniyoruz. Güneş batmadan ve daha fazla soğuk bastırmadan eve girelim. Akşam güneşi eşliğinde bir sürüşle Ören’e varıyor ve gün bitmeden hedefimize ulaşıyoruz.

İlk gün bize ne gösterdi;
- Motor kullanmayı çok özlemişiz,
- Yolda olmak bizi inanılmaz mutlu ediyor,
- Sürüş ahengimiz artmış (ben daha sakin, Ertuğrul daha tempolu sürüyor. Ortak noktaya çok yakınız.)
- Hero kendisinden bekleneni fazlasıyla verdi. Trafik hızında seyir yapabildi. Ertuğrul’un izlenimlerine göre, yormadı, zorlamadı, akıcı ilerledi, az yaktı.
Cumartesi
Dünkü kuru havanın aksine, hava raporları bugün yağış olduğunu söylüyor. Sabah erkenden kahvaltı ve diğer ihtiyaçlar için kısa bir alışveriş turu yapıyoruz. Hava bir açık, bir kapalı. Yağacağı belli ama henüz damla düşmemiş.

Kahvaltı sonrası giyinip, dışarı çıkmaya hazırlanıyoruz. Tam kapıdan çıkarken Ertuğrul diyor ki; “ Müdür, yağmurlukları giysek mi? Yolda giymek zor olur, hem de çiseliyor biraz, artar belki.” Her zamanki gibi burun kıvırıyorum. “Terleriz şimdi, hem çok yağmıyor ki, mız mız mız…”
Neticede giyiyoruz ve yola çıkalı daha 30 saniye olmamışken birden yağmur boşalıyor; “şorrrr”
Zaten ne zaman kuru sürdük ki! Bunca yıldır yaz – kış – bahar demeden yaptığımız sürüşlerin büyük kısmında yağmur, kimi zaman da dolu yağdı. İşte yine kural bozulmadı ve gayet akıcı ve kararlı bir şekilde yağmurumuz bizimle. “Mevsimidir” diyoruz. Eskimeyen dostumuz eşliğinde sürmeye devam ediyoruz.
Rotamız üzerinde, Akçay, Kadırga, Behram ve Sokakağzı var. Küçükkuyu’dan aşağı, çok sevdiğimiz sahil yoluna doğru ilerliyoruz. Yağmur da yanımızda tabii. Yerler asfalt ama delik deşik, bir de çamur. Hem de killi toprak çamuru. Islak, kirli, biraz da kızıla boyalı makinelerimizle yoldayız. Ve de çok mutlu.
Bir köşede durup, fotoğraf molası veriyoruz. Ve ayaküstü enerji takviyesi. Ertuğrul cep telefonu ile çekimi bitirip, bir de fotoğraf makinesi ile çekim yapmak istiyor. Tam da o esnada dolu başlıyor ama ne dolu. Apar topar kendimize gelip, yine yola koyuluyoruz. Dolu tekrar yağmura dönüyor bu arada. Sonra anlıyoruz ki, yağmur dostumuz; “durmayın, yolda olun” diyor bize, kendi lisanınca 🙂

Kadırga’ya kadar devam. Kadırga’da bir saçak altında yemek, kahve molası. Sonra yukarlara doğru, Behram ve Koyunevi. Nihayetinde Sokakağzı’na ulaşıyoruz. Etraf sakin, tek tük büyük şehirden kaçan pandemi mağdurları araçlarıyla. Karşımızda Midilli Adası. Suyun hemen ötesinde, elimizi uzatsak değecekmişiz gibi. O kadar yakın, o kadar davetkâr ama gerçekte bir o kadar uzak. İç geçiriyoruz. Midilli’de olduğumuz günleri yâd ediyoruz, yeniden gittiğimizde yapılacakları tasarlıyoruz. Laflıyoruz. Deniz kokusunu içimize çekiyoruz.
Şanslıyız, salgın tedbirleri nedeniyle, evde adeta hapis kalmak zorundayken buradayız. Yoldayız, hayattayız.

Umut depolarımızı bolca dolduruyoruz. Hem de temiz hava ve mis gibi deniz kokusuyla harmanlayarak. Üstelik dostumuz yağmur da hemen yanı başımızda.
Hava soğuyor. Geçe kalmadan dönmek lazım. Gerçi yarın evdeyiz, çünkü Pazar günü sokağa çıkmak yasak. Yine de “vaktidir” diyerek, yola koyuluyoruz.

Sakin bir ritim tutturmuş, asansör müziği edasıyla yolculuğumuza eşlik eden ıslatıcı dostumuz, anayola çıkmamızın üzerinden birkaç dakika geçmesiyle birlikte tarz değiştirmeye karar veriyor. Kendisinin yeni ritmi; dokuz sekiz!
Göz gözü görmüyor. Yağmurluklar şaşkın, nasıl yapsak da suyu içeri almasak derdindeler. Ama güçleri yetmiyor bir süre sonra. Artık sadece motorlarımız değil, biz de sırılsıklamız. Tam bir ekip uyumu 🙂
Görüş yok, üst baş ıslak, her yer buğu ama yine de yoldayız. Ve ne garptir ki, hala mutluyuz. Nasıl olduğunu tam da hatırlayamadığımız macera dolu ama güvenli bir sürüşün ardından yine evdeyiz.
Durum fena; öyle ki, Ertuğrul’un interecom’unun içinden, bir Japon Balığı’nı iki gün yaşatacak kadar su çıkartıyoruz. Kılık kıyafeti ise ne siz sorun, ne de biz söyleyelim 🙂
Hero açısından bakacak olursak, gün sonunda yağmur ve dolu sınavını da başarıyla geçmiş gibi görünüyor. Hint işçiliğinden çok fazla umutlu olmasak da şu an için bir sorun görünmüyor. Uzun dönemde neler olacak, onu da yaşadıkça göreceğiz.


Pazar günü evde olmanın avantajı ile tüm kıyafetler elden geçirildi. Kurutuldu. Enerji depolandı ve Pazartesi çıkılacak dönüş yolculuğuna hazırlandı.
Ama…
Soğuk. Hem de ne soğuk.
Yeni soğuk hava dalgası geçiş yapıyormuş. Hatta bazı yerlere kar yağmaya başlamış. Ve soğuğu da bize denk gelmiş. Hava durumu raporlarına bakıyoruz. Sabah 0 derece, gün içinde en yüksek 2 derece!
Sabah 6’da kalıyoruz. Her yer karanlık. Bahçedeki çimlere ışık vurmuş, bakıyorum bembeyaz bir örtü. Kapı önündeki arabalara dönüyorum, camları bembeyaz.
Belli ki zor olacak…
Güneş yüzünü göstersin diye bekliyoruz. Dışarısı 1 ya da 2 derece. Bulabildiğimiz ne varsa giyiyoruz. Az daha zorlasak, Bruce Lee gibi biz de efsane olacağız; “biraz daha çalışsaymış, derisi kurşun geçirmez olacakmış” misali 🙂
İki Robocop çıkıyoruz dışarı. Motorları hazırlayalım, yerleştirelim. Ama gel gör ki, dışarıda manzara bu.

Muhtemelen 2 derecede yola koyuluyoruz. Soğuk mu, hem de çok. Ama daha önemlisi buz ve gizli buzlanma ihtimali. Lastiklerimiz ise yazlık. Çok temkinli ilerliyoruz. Gölgelerde motorlar olabildiğince dik, güneşin vurduğu yol kesimlerinden geçerek ve vücudumuzu hareketli tutarak.
Gökçeyazı’ya gelmeden sis bastırıyor. Keskin soğuğa şimdi bir de sis eklendi. Görüş çok az, yerler ıslak. Ertuğrul’un lastikleri dişli (Hero, Metzeler Enduro 3 Sahara ile geliyor) asfaltta tutuşu bana kıyasla çok daha az. Dolayısıyla çok daha tedbirli ve temkinli sürüyor. Ben görece daha rahatım (Metzeler Tourance Next tamamıyla asfalt özellikli). Balıkesir civarı sis kalkıyor. Ama hava aynı soğuklukta. Yola sık sık mola vererek devam ediyoruz. Amaç, enerji almak ve vücut ısısının düşmesine engel olmak.
Susurluk, Karacabey derken, Karacabey’in efsane rüzgârını da yemeden geçmedik elbette. Eskikaraağaç Köyü üzerinde ise üç takım halinde baharın müjdecisi leylek sürülerini görmek bayram şekeri gibi geldi bünyemize. Boş durmak olmazdı; biz de leyleklere el salladık 🙂

Bursa, Yalova üzerinden rotamıza devam ederek, nihayetinde gün kararmadan evlerimize sağ salim ulaşmayı başardık.
Sevgili Ağabeyimiz Tolga Büyüköner’in de dediği gibi “en güzel gezi, salimen dönülendir”.
Kalın sağlıcakla….
Özgür DALDABAN
10 Mart 2021
Not : Bu gezideki Hero X-Pulse 200 ile ilgili detaylara sevgili Ertuğrul Ortaç’ın hazırlamakta olduğu “Hero ile İlk Uzun Yol” başlıklı yazıdan pek yakında ulaşabileceksiniz.