Bitmek bilmeyen yoğunluk silsilesi içinde bir haftayı daha devirmek üzereydik. Günlerden Cuma. Geçen hafta mıydı, yoksa bir önceki hafta mıydı en son eve gidip, garajdaki motorumu aküsü bitmesin diye çalıştırdığımda, bilemedim. Zaman öyle hızlı ve öyle boğucu geçiyordu ki, günler, haftalar karışmaya başlamıştı artık. Ama hatırlamam lazımdı. En az on beş günde bir çalıştırmazsam, hem kendime, hem de motoruma ihanet ettiğimi hissediyordum.
Saatlerdir aralık vermeden girilen toplantılar ve ekran karşısında harcanan sonsuz zamanlar arasında, kahve almak için mi kalkmıştım yerimden, yoksa tuvalete mi gidiyordum, emin değilim. Gerçi ne yaptığımın da bir önemi yok aslında. O hengâme içinde, farkında olmadan da olsa kendimle baş başa kalmıştım. “Nereden nereye” diye düşündüm, saniyeler mertebesindeki o kısa zaman aralığı içinde. Geçmiş yıllarda değil hafta sonları, hafta içinde bile vakit yaratıp motorla gezen, yol yapan adam gitmiş, yerine, motorunu aküsü bitmesin diye en son ne zaman çalıştırdığını bile kestiremeyen garip bir mahlûk yerleşmişti. Bu mahlûk için için yemekteydi beni. Eğer böyle devam ederse, değil gezememek, Allah korusun motoru bile sattırırdı bana. Eyvahlar olsundu…
Birden bir şimşek çaktı gözlerimde, aniden silkindim, kendime geldim. Yüzüme kan hücum etti, kaslarım şişti, olduğumdan kat kat güçlü, adeta He-Man’deki Titrek ’in Atılgan’a dönüştüğü anda hissetim kendimi. “Evet” dedim, “Evet, yapmalıyım!” Gitmem lazım, buralardan gitmek, yine eskisi gibi Özgür olmak, kendimi bulmak.
Cuma akşamı saat dokuz buçuk, hala ofisteyim. Akşamüzeri gelen tazyikli hislerim, bitirilmesi gereken ve hepsi de ne hikmetse acil olan işler sayesinde, saman alevi gibi ani bir parıltıyla sönüp, yok olmuştu. Doğal olarak, bahsi geçen garip mahlûk, yine bedenimi ele geçirmiş, plaza kölesi olarak beni kullanıyordu. Sustum, gücüm yetmedi. Usulca kabullendim bana biçilen bu zavallı beyaz yakalı rolünü.
Cumartesi sabaha karşı saat beş. Uyandım. Bitmeyen işler için bilgisayarı açıp, evden çalışmaya başladım. Zira hepsi çok önemliydi. Öyle sanıyorum ki, gezegende dünya barışını sağlayan tek kişi bendim ve eğer ben o sabah da kalkıp çalışmıyor olsaydım, üçüncü dünya savaşı patlak verecekti.
Tamam, kabul. O kadar olmasa da en azından bir yerlere nükleer saldırı yapılmasını falan önlemiş olmalıydım. Yoksa bu kadar önemli ne yapıyor olabilirdim ki? Sabahın altı buçuğunda bu sorularla kafam meşgul, ellerim ise ha bire klavye üzerinde türlü manevralar yaparken, Ertuğrul aradı. Saat yedi buçuk olmuşmuş. Telefonun karşı ucundan gelen ses adeta şaka yapıyor ; “Hava güzel, kalk gidelim, şöyle bir Mudurnu, Akyazı, Göynük yapalım”. Önce sükûnetimi korudum, cevap vermedim. Adam ısrarla aynı şeyleri söylüyor. Cevap vermek gerekti, layıkıyla verdim!
Haliyle, Ertuğrul kendi başına gitti
Saat 10.30, hala Cumartesi. Sıkılıyorum. Ama öyle böyle değil. Çok sıkılıyorum. Devrelerimin yanmakta olduğunu gören eşim, yanıma geldi. Mavi ekran vermeden önce çıkıp, biraz dolaşmamı, hatta motora binmemi şiddetle! tavsiye etti. Tamamen Özgür irademle bu tavsiyeye uymam gerektiğini düşündüm Ertuğrul’u aradım, açmadı. Bir süre sonra yeniden aradım, yine açmadı Sonra o aradı, Akyazı’daymış. “Bekle beni” dedim, “geliyorum”…
Yıldırım hızında bir sürüşle soluğu motorumun yanında aldım. Lastik havaları, zincir yağı, su / yağ seviyesi kontrolü, vesaire derken saat 12.40 civarı kendimi TEM’de buldum. Çamlıca gişelerine doğru gidiyordum.
En son motora bindiğimde takvimler 12 Nisan’ı gösteriyormuş. Neredeyse beş aya yakın zaman geçmiş. Hamlamışım. Sağanaklarla birlikte 20 Knots hıza varan bir rüzgâr, hatta fırtına var. Uzun süre kullanmadığım için biraz tedirgin, rüzgârla da biraz sersemim. Ama özlemişim yahu, hem de çok özlemişim. Tekrar yolda olmak, ruhumu serbest bırakmak, gerçekten Özgür olduğumu hissetmek… Oh bee! Aylardır hayattan kopmuşum, ne güzel şeymiş insanın tekrar kendine gelmesi, ataletten kurtulması, yaşama sımsıkı tutunmayı hatırlaması.
İyi ki varsın sevgili Eşim, iyi ki varsın kıymetli dostum Ertuğrul, iyi ki varsın sevgili Motosikletim.
Çamlıca Gişeleri, Akyazı, Dokurcun, Taraklı, Göynük, Geyve, İznik, Boyalıca, Karamürsel ve Arabalı Vapur.
Hiç bu kadar güzel gelmemiştiniz gözüme.
Ne diyeyim; şükürler olsun…
Özgür Daldaban
2 Eylül 2014