Otoyol devriyesi yine yollardaydı arkadaşlar. Bu kez ekip bendeniz ve sevgili dostum Hikmet Kuru. Araçlarımız Kawasaki KLR 650 ve Aprillia ETV 1000 Caponord. Esasen bu onun gezisi. Ben sonradan katılıyorum. Nasıl mı? Hikmet’in ortağı olduğu Ladox firmasının bayi toplantılar için İzmir, Antalya, Konya ve Ankara’ya gitmesi gerekiyor. Bu yolculuğu motosiklet ile yapmak istiyor ve uzun zamandır birlikte yol yapma isteğimiz nedeni ile beni de davet ediyor. Kısa sürede gerekli hazırlıkları yapıyoruz.
23 Ağustos 2004, Pazartesi
Hikmet’in kullanacağı Caponord’un ön amortisör keçelerinde ciddi yağ sızıntıları var. Özellikle frenaj problemleri yaşatabileceğinden sabah 09:00 da Caponord bakıma alınıyor. Göztepe’deki Ali Esengül servisindeki arkadaşlarımız 12:30 da hareket edecek olan Yenikapı-Bandırma hızlı feribotuna yetiştirmek için çaba harcıyorlar.
Servisteki onarım ve bakım işlemleri biter bitmez yola koyuluyorum ama hava hafiften yağmur çiseliyor. Yani yollar “sabun” gibi. Bir de Caponord’un geniş ve yan çantalarının da üzerinde olması nedeni ile bir miktar yetişme sorunu yaşıyorum. E ben alışmışım KLR ile aralara girmeye. O gün nedense trafikte sıkışık. Maalesef birkaç protesto kornası işitiyorum. Hatta bir kırmızı ışıkta kendimi kaptırıp iki aracın arasına dalıyorum ve son anda aklıma genişliğim aklıma geliyor, ardından sıkı bir “İstanbul freni”. Araçlar ile aram milimetreler seviyesinde. Aslında yeterli pay varmış diyorum kendi kendime ama her iki aracın da sahipleri ile kısa bir göz temasından kurtulamıyorum. Mümkün olan en sevimli pozlarımı takıp, “pardon” diyorum. Kaskın altından pek de anlaşılır ya. Neyse ki anlayış gösterip, biri sağa, ötekisi sola açılıp bana yeşil için yol veriyorlar. Daha doğrusu benden kaçıyorlar. Ve yeşil…
Kalkış saatine 20 dakika kala yetişiyorum.
Hikmet ile iskelede buluşuyoruz. Kendisinin şirketinde yapması gereken toplantılar olduğu için bir gece önce motosikletleri değiştirmiştik. Benim KLR ile o da vaktinde yetişiyor ve feribottaki yerimize yerleşiyoruz. Nasıldı diyorum KLR, tabii Caponord’a alışmış bir kullanıcının KLR’yi motorlu bisiklet gibi görmesi doğal. Neyse, bu konuya daha fazla değinmeyelim. KLR alıngandır.
Hava hafiften yağmurlu, bulutlu ve kapalı. Tam da günü yani. Yaklaşık 2,5 saatlik deniz yolculuğundan sonra Bandırma’ya varıyoruz. Ve hava açıyor. Harika. 1989 yılında bisiklet ile yaptığımız seyahatte eski “Bandırma” feribotundan inince soluğu iskelenin karşısındaki “çiğ börekçi“ de almıştık. Kaideyi bozmadık ve karaya ayak basınca doğruca aynı yere gittik. 10 ar adet yemiştik o zamanlar ama bu sefer 2 şer adet yetti. Börekçi yıllar evvel bıraktığımız gibi. Herhangi bir değişim yok. Hafiften “salaş”. Ama lezzetine diyecek yok. Bu artık bir nevi “ikiteker ritüeli” oldu bizim için.
Gökçeyazı’da çay molası
Saat 15:30’da yeniden yola koyuluyoruz. İstikamet Susurluk, Balıkesir. Balıkesir’i geçince Gökçeyazı’da çay molası veriyoruz. Burası küçük bir kasaba ve sağdaki şirin ağaçlık alanda nefis bir çay bahçesi var. Hemen her geçişimde mola veririm. 20 dakika kadar dinlendikten sonra yola devam ediyoruz. Edremit yakınlarındaki İzmir Çanakkale ayrımından sola sapıp Ören, Ayvalık istikametinde ilerliyoruz. Ören’de bir saatlik mola sonrası Aliağa’ya kadar durmadan ilerliyoruz. Artık hava karardı. Bir benzin istasyonunda 20 dakikalık mola esnasında dinleniyoruz.
İzmir trafiğini aştıktan sonra Seferihisar’a yaklaştıkça çeşitli yol yapım çalışmaları ile karşılaşıyoruz. Bu bölgeden daha da dikkatli geçiyoruz. Rüzgarın yer yer şiddeti de artıyor. Ardından İzmir Seferihisar’da iki gecemizi geçireceğimiz arkadaşımız Kenan Doğan’ın evine ulaşıyoruz.
Kenan ile en son 1989 yılında Alsancak’ta ki ofisinde görüşmüştüm ama Hikmet ile sık sık görüşüyorlardı. Bu kadar sene araya girmesine rağmen sanki geçen hafta birlikteymiş gibi sohbete daldık. Eski dostlar bu demek olsa gerek. Kenan, hanımı Gülay ve kızları Tuğçe ile gece sohbete başlıyoruz. Bu esnada Tuğçe’nin bir sevincine ortak oluyoruz; Dokuz Eylül Üniversitesi, İşletme Fakültesi’ni kazanmış. Başarılarının devamını dileriz…
Esnemeler başlayınca bize ayrılan odaya çıkıp mışıl mışıl uykuya dalıyoruz. Gün bitti.
Hikmet Kuru, şeftali operasyonu
24 Ağustos 2004, Doğan ailesi’nin Seferihisar’daki evi
24 Ağustos 2004, Salı
Bugün sabahtan Hikmet’in iş toplantıları nedeni ile İzmir’e iniyoruz. Çeşitli görüşmeler bittikten sonra saat 13:00 civarı doğan ailesi ile buluşup Kule’ye kalamar yemeğe gittik. Burada ilginç bir uygulama var; önce lokantanın önünden yiyeceğiniz deniz mahsullerini seçip satın alıyorsunuz. Daha sonra isterseniz evinizde kendiniz hazırlarsınız, isterseniz arka taraftaki lokantada hazırlatıp servis yaptırabiliyorsunuz.
Kenan Doğan
Kule’deki balık satış yeri
Kule (Hava çok rüzgarlıydı)
Akşam üzeri Seferihisar’a dönüyoruz. Kısa bir deniz sefasından sonra akşam sofrada hep birlikte sohbete dalıyoruz. Gülay’ın özenle “mikro” ölçülerde hazırladığı “Biber Dolması” muhteşemdi. Mangalı hele sormayın.
Unutmadan eklemek isterim, Kenan’da bir motosikletçidir. İzmir’e yakışır bir makine olan siyah renkli Yamaha XVS 650 Dragstar kullanmakta.
Hikmet Kuru ve Tuğçe Doğan
Gülay Doğan
Gülay’ın hazırladığı enfes “mikro” dolmalar
Doğan ailesi ve biz
25 Ağustos 2004, Çarşamba
İlk Hedefimiz Akdeniz…
Sabah saat 06:00 civarı ayaklanıyoruz. Hemen eşyalarımızı hazırlayıp vakit kaybetmeden yola koyuluyoruz. Sessizce kaçmak istedik ancak yine de Doğanlar uyanıyorlar ve bizi uğurluyorlar. Önümüzde aşılması gereken 465 km var ve asıl yol şimdi başlıyor. Saat 07:00. İlk durağımız Selçuk. Ardından Germencik ve Aydın. Germencik çıkışında benzinim bitiyor ve yedek depoya geçiyorum. Aydın’ı geçer geçmez benzin ve kahvaltı molası veriyoruz. Tereyağlı, ev yapımı reçelli, çaylı kahvaltı gerçek anlamda uyanmamızı sağlıyor. Motorların ve bizim de midelerimiz bayram ediyor.
Aydın’da sabah kahvaltı molası
Kahve bahane, mola şahane
Saat 09:00 gibi tekrar yola çıkıyoruz. Buraya kadar sabah saatlerinde trafiğin boş olmasından ve Aydın otoyolunun rahatlığından da faydalanarak hızımız bir miktar yüksekti. Ancak bundan sonra normal trafik hızı ile yol alıyoruz. Ara vermeden gayet tempolu şekilde Kuyucak, Karacasu, Tavas. Burada yol kenarında hoş bir yükselti üzerine kurulmuş tesiste 15 dakika kahve molası veriyoruz. Bu mola yol konsantremiz için çok faydalı oluyor.
Ardından Serinhisar, Acıpayam, Çavdır, Tefenni, Korkuteli. Korkuteli’ne yaklaşırken karnımız acıkıyor. Dilimiz bir karış dışarıda yol alıyoruz. Fakat burada kafamıza göre bir yer bulamadık. Hadi devam edelim derken ilçenin çıkışında nefis bir gözlemeci görüyoruz. Tertemiz, bakımlı ve son derece güler yüzlü hanım çalışanları var. Bizden birkaç dakika evvel yerler yıkanmış. Belli ki aile işletmesi. Özenle hazırlamış oldukları çardak altındaki şark köşesine “yayılıyoruz”. Hatta daha sonraki dakikalarda ayakkabılarımızı da çıkarıp “uzun oturuyoruz”. Eminim bir “Roma hamamında” ki “senatörler” gibi görünüyor olmalıydık. Servis yapan o sevimli küçük hanımın aklına en iyisinden bunlar gelmiş olmalıydı. Gözleme – ayran, üstüne kavun ve kahve. Bu esnada hava son derece kuru ve ısı mükemmel derecede seyahate uygun. Oh ne ala, Antalya’da da rahat ederiz diye aramızda sohbet ediyoruz.
Korkuteli’nde gözleme molası
Mola ardından nefis virajlar ve dik yamaçların görüntüleri eşliğinde Antalya’ya yaklaşıyoruz. Hava ısınıyor. Yol temposunu iyi ayarlamışız. Saat 14:00 gibi varıyoruz. Antalya’da Hikmet’in iki adet toplantısı var. Bu sebeple mümkün olduğunca işlerimizi hızlı yapmamız gerekli. Ancak tüm tahminlerimizin üzerinde bir ısı ve rutubet ile karşılaşıyoruz. Sıkışık trafik, makinelerden yukarı doğru gelen ısı, aşırı hava sıcaklığı ile birleşince durum dayanılmaz bir hal adı. Caponord’un ekranından 43 dereceyi tespit ediyoruz. Günahlarımızdan arınmaya başladık diye düşündüm bir an. Bir de diğer motorcuları tişört ile ve kasksız gördükçe kendimizi iyicene marslı gibi hissetmeye başladık. Neyse ki Ali Çetinkaya caddesi üzerinde bir otopark buluyoruz ve araçlarımızı hemen park ediyoruz. Otopark görevlisinin de öğlen güzellik uykusunu böldüğümüz için bir miktar mutsuz ediyoruz ancak yine de bize iyi bir yer ayarlıyor. Hikmet toplantı yapacağı yere taksi ile devam ediyor, ben de Kale içini gezmek amacı ile yürüyerek dolaşmaya çıkıyorum. Çok sıcak, olmuyor. Bir gölgeye geçip saatin ilerlemesini bekliyorum. Nitekim akşam üzeri biraz dolaşacak gücü kendimde buluyorum. Esnafın dediğine göre son üç dört gündür Antalyalı içinde sıcakların aşırı olduğunu öğreniyorum. Isı neyse ama rutubet dayanılacak gibi değildi. En nihayet otopark da tekrar buluşuyoruz. Görevliyi uyandırıp borcumuzu soruyoruz, bize “yav ne parası bu sıcakta, uzak durun kardeşim, ısıtmayın adamı” diyor. Gerisini siz anlayın artık.
Antalya (Palmiyeler)
Hadrian Kapısı
Kaleiçi’nden bir sokak
Hadrian Kapısı’ndan detaylar
Hadrian Kapısı
Amacımız akşamı Kemer’de geçirip, sabah yolumuza devam etmekti. Ancak bu sıcakta uyku problemi çekeriz diye vaz geçtik. Isparta, Eğirdir’de yaşayan teyzem var, Nevin Aydemir. Doğruca oraya doğru yola koyulduk. Eğiridir – Antalya arası 140 km. Antalya’dan 30 dakika sonra ısı düşmeye başladı. “Ohh” dedik dünya varmış. Karacaören Barajı kıyısında bildiğim iki alabalık tesisi var, birinde mola verip akşam yemeğimizi yiyoruz. Serin hava ve mehtaplı bir gece bizi kendimize getiriyor. Tekrar yola koyuluyoruz. Isparta’ya gelmeden 20 km önce bir “Eğiridir” tabelası vardır. Gökdere yolu diye bilinir ancak gece sürüşüne uygun değildir. Dar ve aşırı virajlıdır, rakım olarak da 1500 m. civarları geçişli olduğundan zordur. Defalarca gündüz geçtiğim halde cesaret edemedik. Zira cep telefonuda o güzergah boyunca çalışmaz. Hani “kuş uçmaz kervan geçmez” denir ya, işte öyle. Bu nedenle Isparta üzeri yola devam ediyoruz. Isparta’nın hemen çıkışında bir benzin istasyonunda kısa bir mola sonrasında nihayet gece 11:00 civarı Eğirdir’e varıyoruz. Sabahtan bu yana kilometre sayaçlarımız 610 u gösteriyor.
Eğirdir Gölü 960 m. rakımlıdır ve özellikle Isparta istikametinden girişi muhteşemdir. Göl yaz kış kendine turist çeker. Antalya’da yaşayan bazı aileler yazı geçirmek için burada kalır. Yolunuz düşerse mutlaka uğrayın. Özellikle gölün ortasındaki adada pansiyonculuk gelişmiştir. Ada ile Eğirdir merkezi uzun yıllar evvel birleştirilmiş. Balık lokantaları, çay bahçeleri, etrafındaki gezilecek yerler birkaç gününüzü alabilir.
Bendeniz. KLR görmesin…
Akpınar’dan Eğirdir’e bakış
26 Ağustos 2004, Perşembe
Annem ve babamın da orada bulunmasından dolayı hep birlikte güzel bir kahvaltı yaptık. Saat 09:00 da Konya’ya doğru hareket ettik. Sırasıyla; Gelendost, Şarkikaraağaç, Hüyük, Konya. Yol güzel fakat ara ara yenileme çalışmaları mevcut. Mıcırlar ile tekrar karşılaşmak tedirgin edici oluyor. Hatta bir sağa virajda acemilik yapıp zamanında yavaşlamadığım için ciddi tehlike atlatıyorum. Öndeki bir aracın tekerinden sıçrayan cevizden biraz büyük bir taş KLR’nin soğutma radyatörüne isabet ediyor ancak çelik radyatör koruma perdesi işe yarıyor. Şayet bu perde olmasaydı, yolda kalmam kaçınılmazdı. KLR iyidir.
Öğlen saatlerinde Konya’ya varıyoruz. Öncelikle Selçuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi Hastanesi’nde görevli arkadaşımız Prf. Dr. Safa Kapıcıoğlu’nu ziyaret ediyoruz, çayını içip sohbet ediyoruz.
Öğlen yemeği içinde Alibaba’ya gidip Fırın Kebabı yiyoruz. Şayet Konya’ya yolunuz düşerse mutlaka uğrayın ve tadına bakın. Pişman olmazsınız. Sadece bunun için Konya’ya giderim. Bera otelin yanında, kime sorsanız tarif ederler.
Ardından Hikmet bayi toplantıları için gerekli yerlere yola çıkıyor. İstanbul’dan arkadaşımız Aysun Kızılay yola çıkarken bizden bir “Meram” resmi istemişti. Konya’ya gelinir de meşhur “Meram Bağları” ziyaret edilmez mi? Hem resim çekmezsek Aysun’a kim meram anlatacak? Böylece benim de istikametim belli olmuştu. Meram’a gidiyorum, ama bağ yok. Bağcı da yok. Yaklaşık 40 yıldır da bu her ikisi yoklarmış zaten. Ama güzel bir seyir tepesi, çay bahçeleri ve lokantaları var. Akşam üzeri ve havanın kuru olmasından dolayı ışık çok güzel. Etrafta fotoğraf çekmek için dolaşıyorum. Gözüme kestirdiğim yaşlılara da bir bağ nerede bulabilirim diye soruyorum. Nihayet birisinin tarifi üzerine uzak bir köyde birkaç bağ buldum. Oldukça tozlu yollardan geçerek ulaştığım bu bağa giderken az kalsın bir de dere uçuşu yapıyordum. Daha doğrusu dereye uçuş olacaktı. Köy içinde gittikçe daralan bir sokakta ilerlerken rampa aşağı sandığım yer aslında yolun bitip, aşağısının akmakta olan bir dere olduğu noktaymış. En sıkısından bir fren ama yerler kumlu, o sebeple santimler kala durabiliyorum. Üstelik durduğum yerden dönmem ve geri geri ilerlemem çok zahmetli oldu. Sokağın girdiğim noktasına ulaştığımda birkaç dakika önce yaşadığım stres yerini eğlence duygularına bırakmıştı bile. Bu çevrede geçtiğim tüm köylerin ahalisi gayet yardımsever ve güler yüzlü. Evlerinin bahçeleri avluları tertemiz. Akşamüzeri olmasından dolayı da içleri örgü ören, yufka açan, sohbet eden hanımlar, çocuklar ile doluydu. Bağ resmi çekerken bir bağcı ile de tanışma fırsatım oldu.
Meram’dan Konya’ya bakış
Meram
Meram’da bir bağ
Bağda bir asma
Annem de Konya’nın Kadınhanı ilçesi, Kurt Hasanlı nahiyesindendir. Döndüğümde kendisine bunları zevkle anlattım.
Konya’nın çıkışında büyük bir BP benzin istasyonunda Hikmet ile buluşuyoruz. Kısa bir sohbet ardından saat 18:30 gibi yola çıkıyoruz. Bu kez istikamet Ankara. Yıllar evvel bu yoldan Renault 9 Broadway otomobil ile geçtiğimde aşırı rüzgarlıydı. Aracın arkasında ciddi bir yük vardı ve burnu yukarıda kaldığı için yolda düz ilerlemek zor oluyordu. Bu kez motosiklet ile yola çıkarken aynı tedirginliği yaşadım fakat hava sakin. Yine de yol boyunca fırtına olasılığı aklımdan çıkmadı. Akşam üzeri ve gün batımı ışığında başak tarlalarının görüntüsü muhteşemdi. Cihanbeyli ve Kulu üzerinden herhangi bir zorluk yaşamadan saat 22:30 gibi Ankara’ya vardık, geceyi geçireceğimiz Kavaklıdere’deki Otel 2000’i bulduk. Resepsiyondaki görevli arkadaşlar araçlarımızı park etmemize yardımcı oldular. Bizden 12 saat önce Ladox’dan Burçin Çırak isimli arkadaşımız buraya gelip, çeşitli bayiler ile ön görüşmeler yapmış, otel rezervasyonlarımızı da halletmişti. Kendisi ile buluşup üçümüz akşam yemeği yedik. Bu arada Hikmet ile Burçin, bir sonraki günün toplantı trafiği için hazırlıklar yaptılar. Burçin’in planı Cuma akşamı otobüs ile İstanbul’a dönmekti ancak Hikmet kendisini Caponord ile seyahat etmeye ikna etti. Hatırladığım kadarı ile bu ilk motosiklet deneyimi olacaktı. Yanımızda “gerekebilir” diye yedek bir kask ve mont mevcuttu zaten.
27 Ağustos 2004, Cuma
Ertesi sabah oteldeki kahvaltının ardından, Hikmet toplantılara katılmak amacı ile Burçin ile birlikte yanımdan ayrıldılar. Bana da Ankara’nın ortasında dinlenmek kaldı. Makineleri kontrol etmek amacı ile dışarı çıktığımda bir şey dikkatimi çekti. KLR’min üzerinde yol boyunca birikmiş olan sinekler, böcekler, tozlar ve çamurlar yoktu. Caponord’da aynen. Ben “Nassıl yani” derken kapı görevlisi uzun boylu bir görevli yanıma geldi;
-“Günaydın efendim, böylesine güzel motosikletleri kirli görmeye dayanamadım. Gece boyunca hem kapı ile ilgilendim, hem de onları sildim” dedi 🙁
Kısa bir yutkunma ve böylesine samimi bir insan ile karşılaşmanın keyfi. Tabii ki “eline sağlık sağolasın kardeşim” dedim ama, sineklerim, arılarım, böceklerim, tozlarım ve hatta çamurlarım…
Eve Dönüş…
Akşam üzeri saat 17:00 de Hikmet otele döndü. Burçin topuklu hanım ayakkabısı ile seyahat edemeyeceği için bir ayakkabı mağazasına uğrayıp öyle geldi. Turkuaz rengi çizgili, cici mi cici bir ayakkabı ile 17:30 da yanımıza geldi. Hemen çantalarımızı yükleyip İstanbul’a doğru yola çıktık. Tem yolu bana göre sıkıcı ve tekdüzedir. Pek hoşlanmam. Hatta uykum bile gelir. Bir de batıya doğru akşam üzeri saatlerinde yol almak daha da zor oluyor. Güneş karşıda kızarırken şiir yazmak ya da giden motorun üzerinde uzanıp uyumak geliyor içimden.
Burçin Çırak ve Hikmet Kuru
Hava kararmadan mümkün olduğunca yol almak için bir miktar yollu gidiyoruz. 90 – 130 km. arası. Bir ara öne geçtiğimde Hikmet’in kullandığı Caponord’da bir şey dikkatimi çekti. Günlerden beri aynamda alıştığım görüntüden farklı olarak aracın sağında ve solunda gözüken turkuaz rengi çizgili, cici mi cici bir çitf ayakkabı. O kadar hoş bir görüntüsü vardı ki, epey güldüm. Capo’ya çok yakışmıştı.
Kızılcahamam civarında bir çay molası veriyoruz. Ardından Bolu’ya kadar durmadan yol aldık. Bolu dağını inerken sağda Köfteci Sabahattin Restaurant’ta yaklaşık 1 saat kadar yemek molası verdik. Nasıl olsa hava kararmıştı. Acele etmenin bir faydası da yoktu. Adapazarı yakınlarında havada aşırı bir ısı ile karşılaştık. Adeta saç kurutma makinesi üfler gibiydi. Bir miktar tedirgin olduk. Tam bu esnada uzaklara yıldırımlar düşmeye başladı. Muhtemelen Yalova istikametinde kıyamet kopuyordu. Yağmura ya da olası bir fırtınaya yakalanmamak için gazı iyicene açtık. Ben 155 km saat hızı epey bir süre gördüm. Bu sürat Caponord için hiç önemli değil, 225 km saat hıza kadar çıkabiliyor ancak KLR için ciddidir. Çok amaçlı olarak hazırlanmış ve asıl işlevi zor arazide yol almak olan 650 cc lik bir araç için oldukça iyiydi. Üstelik gece sürüşü. Mad Max filminden fırlamış gibi hissetim kendimi. KLR ve ben… Coştuk, aşıyoruz engelleri… Seviyorum onu…
İstanbul’a saat 00:30 gibi sağ salim vardık.
Geride 2100 km yol, yeniden görüşebilme fırsatı yakalanmış dostlar ve sohbetleri, nefis yol manzaraları, gün batımları, boş yollarda çizdiğimiz zikzaklar, saydığımız ağaçlar, tepeler, söylediğimiz türküler… Kimi zaman yorulduk, kimi zaman keyifle yol aldık. Ancak kesinlikle “çok eğlendik”. Ve tüm bunlar pazartesi – cuma arasına sıkıştı. Hızlı değildi, oldukça Tempolu idi. Bu sebeple yazımızın başlığını “Anadolu, Dört Nala…” koyduk. Sanırım bu Hikmet’in ve benim yaşam tarzımız…
Bu tür seyahatlerde birlikte yol alacağınız arkadaşınızın sizinle uyumu çok önemlidir. Mutlaka ekip ruhunu taşımak ve birbirini yolda konuşmadan anlayacak kadar tanımak gereklidir. Aksi takdirde bu süreç bir kaosa dönüşebilir ve güvenliğinizi tehdit edebilir. Her ne kadar tempolu yol alsak da asla “acele” etmedik. Gereğinde her şey bekleyebilir…
Yeni bir seyahatte buluşmak üzere, hoşça kalın…
Ertuğrul Ortaç
2004