Şuraya da gideyim, burayı da göreyim değildi amacım. Yakınlarından geçtiğimiz, sapmaya üşendiğimiz birkaç yer ve kullanmayı hiç düşünmeyeceğimiz, ama gerçekte var olan, kimileri tarafından kullanılan yollardan geçmekti. Uzun zamandır o yolları ve etrafını merak ediyordum. Sağdan soldan duymuştum, tabelalarını görmüştüm. Bir kısmı haritalarımda da yoktu üstelik.
Yola çıkmadan evvel belli bir istikametim vardı. Antalya sırtları, Toroslar. Ama rotam yoktu. Bildik bir tabir olacak ama bu sefer kendimi ara sıra ön tekere bıraktım. Fena da olmadı hani.
Türlü sebeplerle defalarca ertelenen yolculuğum nihayet yakında başlayacaktı. Bu sefer daha ciddi hazırlanmalıydım. Öncelikle KLR’nin çanta sorununu halletmem gerekiyordu. Çünkü Kaçgar seyahatim esnasında, özellikle Merzifon’u geçtiğim günü unutamadığımdan, yan rüzgar sıkıntısını bu sefer çekmek istemiyordum.
Tolga Büyüköner çeşitli firmalar ile yan çanta konusunda görüştü ancak KLR’ye istediğimiz şekilde çanta taşıyıcı demiri bulamadık. Bulduklarımızın da ithalat takvimi uymuyordu. Çünkü KLR uzun seyahat aracı olmadığından böyle bir çözüm için ithalatçı firmalar stok maliyeti arttırmak istemiyorlar. Haklılar da. Ancak ben de çantasız yeniden yola çıkmak istemiyordum.
En nihayetinde B planına geçtim. Kendim yaptım.
Haydarpaşa Endüstri Meslek Lisesi’nde okurken 1. sınıfın ilk yarısı torna ve tesviye atölyesinde mekanik konularında ders almıştık. Yani bir miktar aşinalığım vardı bu gibi işlere. Hatta zevk aldığımı da söylerim. Ve size bir şey daha itiraf edeyim, elektronik, bilgisayar donanım ve yazılım konularında eğitim aldım. 1984 den beri bu sektördeyim. Ama bazen kendi kendime, keşke makine mühendisliğinde okusaymışım derim. Daha keyif alacağım kesindi.
Neyse, bu kadar nostalji yeter. Nasıl yaparım derken, Çağlayan’da bir aluminium atölyesinde buldum kendimi. Her çeşit levhayı istenilen ebat ve şekilde kesen bilgisayarlı tezgahları vardı. Onların sayesinde kafamda oluşan ölçüler doğrultusunda kesim yaptık, eğdik, büktük. Nasuh Mahruki’nin 1997 yılında İstanbul’dan Katmandu’ya giderken kullandığı BMW R80 GS Basic aracı için hazırlanan çantaları örnek aldım. Fotoğrafları “Asya Yolları, Himalayalar ve Ötesi” isimli kitabında mevcut.
Daha sonra da KLR’nin rengine uygun şekilde bir statik boya atölyesinde gümüş rengi ile boyandı. Statik boya tabiattan etkilenmiyor. Çok dayanıklı. Üstelik fırınlandığı için de çabuk oluyor. Buraya kadar kolaydı. Asıl sorun çantaların taşıyıcı demirlerini yapmaktı. Bir hafta kadar araştırma yaptım, en nihayetinde ince işlerden anlayan, üstelik benden rahatsız olmayacak biri buldum. Birkaç saatte yaparız dediği taşıyıcıları 10 saatte zor bitirdik. Gerçekten ben bile sıkıldım bu sefer ama bütün işi gösteren de buydu. Çünkü çantaların gönyesinde oluşacak bir miktar hata, hem her bakışımda gözlerimi tırmalayacak, hem de aracın denge geometrisinde olumsuzluklar yaratacaktı.
Nihayet bitti. Tam istediğim şekilde oldu sayılır. 28+28 toplam 56 litre yan çantalar. Kolayca sökülür takılır, su almaz, toz tutmaz sağlam ve kullanışlı. Üstelik bütçe meselesini de hiç açmıyorum.
Arka lastiğimin ortası, uzun ve KLR için süratli sayılabilecek yolculuklar sebebi ile erken aşınmıştı. Frenajlarda ciddi zayıflama vardı. Bu sebeple Pirelli Scorpion modeli bir adet arka lastik satın aldım. Ağırlıklı olarak asfalta kullanmamdan dolayı bu lastiği seçtim. Öyle sanıyorum ki % 50/50 on road/off road bir ürün. Seyahatten bir gün önce de KLR 12000. km. bakımına girdi. Yağ, yağ filtresi, buji değişimi ve genel kontrol.
Yol hazırlıkları bitti. KLR ve ben hazırız. Günlerden bu yana süregelen kaşıntılar, kurtlanmalar nihayet bitiyor. Ne de olsa iki aydır şehir dışına çıkamamıştım. İstanbul hapsi bugün sona eriyor.
Bir e-mail Mesajı
Bir gün önce yani 28 Ekim’de sevgili Ali Aktan’dan son derece anlamlı bir mail almıştım. İstanbul’da kalanları 29 Ekim’de akşam Fener Alayı’na katılmaya davet ediyordu. Fener alayı küçükken bana oyuncak askerlerin geçit töreni gibi gelirdi. Sihirli bir davetti bu. Oyuncak asker olacaktım.
Bu sefer beni fena vurdular.
Fener Alayı’mı, yol mu?
E hazırlık da yaptık.
Ali ağabey, yemezler, ben gidiyorum.
Seneye söz billa. Yan yana katılacağız. Hem de bayraklarla, çiçeklerle ve küçük sarı-lacivert ışıklarla süsleyerek makinelerimizi…
29 Ekim 2004, Cuma
Sabah erken kalkıp ailem ile kahvaltı yaptım. Ardından eşyaların KLR’ye yüklenmesi. Ve 08:45 de marş. Ohh, günlerden beri bu motorum sesi kulağıma bu kadar güzel gelmemişti. Yoldayım dostlar. İnanamıyorum.
Çay yolu
Çay Yoluİstikamet Isparta Eğirdir. İzmit, Adapazarı, Pamukova, Bilecik, Bozüyük. Buraya kadar yolun nasıl geçtiğini anlamadım. Bozüyük çıkışında müsait bir yerde kahve molası verdim. Benzin aldım. Yolcuyum ama yine de Ramazan ayında olmamız nedeni ile bir miktar etrafa dikkat ederek yapıyorum bu gibi beslenme işlerini. Ardından Kütahya, Afyon. Aslında bundan sonrası da basit. Isparta, Eğirdir. Ama farklı bir yoldan geçmek istiyorum. Afyon’un Konya çıkışında Çay, Akşehir ayrımı vardır. 7-8 yıl evvel otomobil ile geçmiştim bu yoldan. Sapıyorum. Çay’a gelmeden Senirkent yoluna sapıyorsunuz. Senirkent’e de gelmeden Eğiridir yoluna sapıyorsunuz. Bu noktada dikkat, bir “küçük” tabela Eğirdir’e 20 km kala sizi Isparta’ya yönlendiriyor ama Eğirdir’e bilgi yok. Isparta’ya sapmayacaksınız.
Çay yolu
Barla yolu, Eğirdir
Barla yolu, Eğirdir
Barla yolu, Eğirdir
Barla Yolu, EğirdirBu yol yer yer ciddi virajlar içeren, çok sık kullanılmayan bir yol, ancak ıssız değil. Benzin de bulabilirsiniz. Fakat bir süre önce yol çalışması yapıldığından mıcırlı. Hatta mıcır döküntüsü olmayan virajı yok diyebilirim. Adım adım geçtim pek çoğundan. Bir de bazen sağınız ciddi uçurum. Eğirdir gölü kıyısına yaklaştıkça (bu bölge Barla Yolu olarak adlandırılır) tabiat çok hoş görünümler veriyor insana. Akşam üzeri saatlerine kaldığımdan dolayı, uzun molalar veremiyorum ama gün batımı çok hoş. Göl kıyısına vardığınızda uçurumlar sola geçiyor.Ve saat 19:00 civarı teyzemin evine varıyorum. Uzun sürdü ancak bol fotoğraf molasından dolayı daha çabuk varmak mümkün değil.Kilometre saatim 635 i gösteriyor ve bir yol günü daha bitti.30 Ekim 2004, Cumartesi
Davraz DağıEğirdir’den Isparta istikametine giderken sola doğru “Davraz Dağı” tabelasını görürsünüz. Burası son yıllarda popüler olmaya başlamış bir kayak merkezidir. Önceki yıllarda askeri eğitim amacıyla Silahlı Kuvvetler tarafından kurulmuş, daha sonraları turistik amaçlı sivil kullanıma geçmiştir. Yolu güzel, sorunsuz. Kayak pisti ve telesiyej hakkında teknik bilgiler şu şekildedir;
Alt seviye istasyon : 1670 m
DavrazDavrazÜst seviye istasyonu : 1958 m
Eğimli pist uzunluğu : 1211 m
Dikey yükselim : 288m.
Telesiyej seyir süresi : 8 dk.
İşletme hızı : 2,5 m/sn
Davraz
Davraz
Ada’da Sonbahar, Eğridir
Eğridir’e Bakış
Pistin etrafındaki tepe yükseltiler bir hayli fazla. Bu da güneşin erken battığı izlenimi verdi bana. Yeni otel inşaatları da yapılmakta. Öyle sanıyorum ki önümüzdeki yıllarda daha da popüler olacak.Davraz dönüşü bir köyde rastladığım ve sadece Selçuklu zamanından kalma olduğunu öğrenebildiğim bir hamam kalıntısı ilgimi çekti. Tel çit ile korumaya alınmış ancak maalesef hiç bir restorasyon görmediği gibi hakkında bilgi içeren tabela da mevcut değildi.
Nurtay Yatman, Donatım Ticaret
Size Nurtay Yatman’dan bahsetmek istiyorum. Eğirdir’de dağcılık ve kamp malzemeleri temini ile uğraşıyor. Yılın hemen her ayı yerli yabancı müşterisi vardır. Vitrininde daima kayak, dağcılık, kamp ve dokümantasyon konusunda kaliteli malzemeleri bulunur. Aynı zamanda “Dağcılık (Temel ve yaz teknikleri)” isimli kaynak olarak kullanabileceğiniz çok iyi bir kitabın da yazarıdır. Hoş sohbet biridir. Yolunuz düşerse mutlaka uğrayın, tanışın. Adres bilgileri;
Belediye Cad. 15. Sokak. No:7/A Eğirdir, Isparta
Tel:246-311 60 80 – Fax:246-311 65 33
E-mail: nurtayy@hotmail.com
31 Ekim 2004, Pazar
Pınar PazarıEğirdir’de mola verdiğim bu birkaç gün içinde Pınar Pazarı’na gitme fırsatı yakaladım. Bu pazar yeri senede 10 defa ve sadece pazar günleri kurulur. Yaz ortasında başlar ve son bahar da biter. Pazar yerinin hemen yanında bulunan camiide sabah bereket duası yapılır, ardından pazar açılır. Civar köylerden gelen köylüler, hemen her çeşit malını burada pazarlama imkanını bulur. Bahçe ürünleri, saraciye, giysi, soba, zücaciye ilk akla gelenler. Canlı hayvan kesim bölümü de var ve doktor kontrolünde yapılmakta. Bir de İstanbul’da bildiğimiz pazarcılar gibi bağırmıyorlar. Kısaca nefis bir Anadolu pazar yeridir. Antalya’dan bile alışverişe gelenler oluyor. Yolunuz düşerse görmeden geçmeyin.
Pınar Pazarı’ndan görüntüler…
Sevgili Recep Aydemir (sağ başta)
1 Kasım 2004, Pazartesi
Bu sabah yeniden yola çıkıyorum. İstikametim Antalya olacak. Ama rotamı kestiremiyorum. Daha evvel birkaç kez geçtiğim Gökdere yolundan gitmeye karar veriyorum ama oraları da gördüğüm için pek mutlu değilim. Neyse sapmadığım bir tabela görürüm belki diye çıktım yola. Eğirdir’in hemen Konya istikameti çıkışında bir köprü vardır. Köprüden önce sağa saparsanız Gökdere, köprüden hemen sonra sağa saparsanız da Aksu’ya gidersiniz. Aksu konusunu yazımızın ileri bölümlerinde açıklayacağım. Köprüden önce sağa saptım. Yolun sol kesiminde su kanalı, sağ kesiminde de elma bahçeleri vardır. Aşağı yukarı 5-6 km. sonra sağda bir elma bahçesinde ağaç kesimi gördüm. Kesilmiş ağaçları ve tüten dumanları görünce Kızılderililerin saldırısına uğramış zannettim. Yeterince kahve de içmiştim ama neyse, sabah sabah olur…
Fotoğraf çekmek için durduğumda bahçenin sahibi koşarak yanıma geldi “Hello” dedi.. Ben de “aleykümselam” deyince “yav sen bizdenmişsin, gel hele” deyip beni içeri davet etti. İsmi Hüseyin Ambarcı. İlla bir çay, iki çay derken eşi bir de yer sofrası kurdu. Ben yarım saat evvel kahvaltı etmiş olduğumu kabul ettiremedim ve yeniden kahvaltıya oturdum. Eşi, gelini, oğlu ve torunu ile birlikte bir elma bahçesini ortasında, bir elma ağacının altında nefis bir ikinci kahvaltı oldu.
Hüseyin Ambarcı ve ailesi
Esin
Hüseyin beyin elma ağaçları yaklaşık 40 yıllıkmış. Artık verim azlığından yenilenmeleri gerekmiş. Bu nedenle aşılama için kesim yapıyorlarmış. Ancak 45 dakika sonra müsaade isteyince yola çıkabildim.
Gökdere yolu boyunca ilerlerken “Kırıntı” köyünden geçiyorum. Yolun sağında kalır. Bu köye ilk kez giriyorum. 1963-64 yılarında babam Murat Ortaç askerliğini bu köyde öğretmen olarak yapmış. O zamanlar yedek subaylar için böyle imkanlar da varmış. Hatıralarında çıra ile aydınlanan köyün bugün tamamı parke taşları ile kaplı. Bahçeli ağaçlı şirin evler, temiz bir ortam dikkatimi çekti. Okulu buldum. Kapıya yaklaştığımda mavi önlüklü öğrenciler etrafımı sardı. Öğretmen Durali Dönmez bey de yanıma geldi. Okulun temizliği ve tertibi dikkat çekiciydi. Güzel bir hatıra oldu.
Durali Dönmez ve Öğrencileri, Kırıntı İlköğretim Okulu
Okul bahçesi
Yazılı Kanyon
Yukarı Gökdere’yi yaklaşık 10 km geçince “Yazılı Kanyon Tabiat Parkı” tabelası ile karşılaştım. İşte bu iyi, çünkü buradan sapmamıştım hiç. Buradan tabelayı takiben sola sapıp, yaklaşık 25 km ilerleyip Yazılı Kanyon’un kaynağına çok yakın bir noktaya ulaştım.
Kovada Yolu
Kovada Yolu
Yazılı Kanyon Yol Ayrımı
Yol boyunca etrafınız sarp kayalıklar, tepeler, akarsular ve ormanlar ile dolu. Tek kelime ile nefis diyebilirim. Ancak asfalt çok ama çok mıcırlı. Ve de virajlı. Aman dikkat, bazı uçurumlar filmlerdeki gibi.Yüksek bir noktadan Karaca Ören II barajını görebiliyorsunuz. Isparta-Antalya yolu baz alınırsa bu bölge barajın tam doğusuna düşmekteydi.Yazılı Kanyon’da çok büyük bir Alabalık üretme çiftliği mevcut. Bu kadar büyük bir diğerini de Kaçgar’a giderken Rize Çamlıhemşin’de görmüştüm.
Yazılı Kanyon Yolu
Yazılı Kanyon Yolu
Kaynağa 300 metre kala kanyondan akan su yolu kesiyor ve yol bitiyor. Buradan sonra yürüyerek devam etmeniz gerekmekte. Zaten devamı yola da benzemiyor. Motosikletimi bırakmayı istemedim. Etrafta dolaşan birinden öğrendiğim kadarı ile şayet suyu aşarsam yoluma devam etme şansım varmış. Çünkü köylüler traktör ile geçebiliyorlarmış. Suyun derinliği yaklaşık 50 cm ve aşmam gereken genişlik de yaklaşık 8 metre civarındaydı. Zemin de tamamen yosun kaplıydı. Bu görüntü bana zeminin kaya olduğu izlenimi verdi.
KLR 60 cm sudan rahatlıkla geçebilecek yapıya sahip. Ancak daha evvelce akarsu geçişi tecrübem olmadığı için kıyıdan bir deneme yapmaya karar verdim.
Suya usulca çapraz girdim ve girmemle usul usul batmam bir oldu. Balçık çamur. Hemen gidonu sola çevirip kıyıya ulaşmaya çalıştım. Ön teker toprağa çıktı ama arka kaldı. Gaza yüklendikçe de çamura saplandı. Biraz debelenince de yan çantalar çamura oturdu, zincir dahi görünmez oldu.
Motordan indim, yan sehpayı açmaya gerek kalmadan duruyor. Hatta yan sehpa da ortada yok. Böylesi daha önce başıma gelmediği için KLR’yi nasıl kurtaracağım konusunda maalesef fikrim yok. Neyse, çantamı açıp teyzemin yolda yemem için yanıma verdiği börekleri, kalan son kahvem ile yemeğe ve dinlenmeye koyuldum. İyi halt ettik ya, ödüllendiriyorum kendimi.
Aşağı Gökdere Yolu
Yazılı Kanyon (Batmadan Önce)
Karaca Ören II
Tüm çantaları makineden ayırıp aracı hafifletince tekrar denedim. Olmuyor. Aklıma 86 kg daha hafifletmenin bir yolu geldi. Hemen inip aracın yanında durup gaz verdim. Bir miktar sağa sola çekiştirince de kurtardım. KLR biraz ama ben dizime kadar dolu dolu, kalanım da enseme kadar yer yer çamur olduk. Botların içini sormayın.
Neymiş; önce zemini iyi yoklamak gerekliymiş.
Neymiş; akarsu geçişleri tek başına olmazmış.
Neymiş; bu geçişler yüksüz olmalıymış.
Neymiş; “Akıllı köprü arayıncaya kadar deli suyu geçer.” sözü her zaman geçerli değilmiş.
Kim demiş “Bir denemekten zarar gelmez” diye, merak ettim.
Yazılı Kanyon’un kaynağına ulaşma fikrini bir daha sefere bırakıyorum. 10 dakika kadar daha dinlenince çantaları yeniden yükleyip gerisin geriye yola koyuldum. Hemen çok yakında da bir hayvan yalağında KLR ve ben temizlendik. Bu arada yan çantaların içi kuruydu. Yani su testi başarıyla geçilmişti.
Sanırım yorgunluktan olsa gerek bir müddet sonra ilerlemekte olduğum yolun geldiğim yola benzemediğini anladım. Nihayet kaybolmuştum işte. Tabelasız bir sapağın azizliğine uğramış olmalıydım ve kendimi “Sütçüler” yolunda buldum. Geri döndüm, bir sapaktan sola saptım. Tabela yine yok. O esnada kesilmiş ve işlenmeye hazır ağaçları taşıyan eski bir kamyon ile karşılaştım. Şoför arkadaştan Aşağı Gökdere’ye nasıl ulaşacağımı öğrendim.
Yazılı Kanyon yolu maalesef haritamda görünmüyor. Bu gibi yollarda ana sapaklardan sonra sağa ve sola doğru sapakları sayar, dönüşte de sol ile sağı yer değiştirip geriye doğru eksilterek ilerlerim. Ancak yorgunluk, sıcak ve yeterince dikkat sarf etmediğim için kaybolmuştum.
En nihayetinde Aşağı Gökdere’ye, oradan da Isparta-Antalya yoluna ulaştım ve buradan sola, Antalya istikametine saptım. Karaca Ören II barajında fotoğraf çekmek için mola verdim. Kargı’dan geçerken gözüme küçük bir sinek kaçtı. Gün boyu yavaş ilerlerken vizörü açık tutmuştum. Ama karayolunda kapatmam gerekirdi. Bir günde ikinci hatayı yapıyorum.
Karaca Ören II
Karaca Ören II
Karaca Ören II
Akşam üzeri saatlerinde Antalya’ya varıyorum. Daha evvelki gelişlerimde yaptığım gibi doğruca Kaleiçi’ne gidiyorum. Burayı çok severim. Otantik ve cici gelir bana. Hep de rahat etmişimdir.
Bu kentte yaşayanlar Akdenizli olduğu halde, kornaya İstanbul’da ki kadar basmıyorlar. Istanbul’da kırmızıdan sarı geçerken ötmeğe başlayan acelecilikten eser yok. Motosikletlere de gayet saygılılar. Ama kask kullanmıyorlar.
2 Kasım 2004, Salı
TünektepeAntalya’dan Kemer’e giderken Konya altı’nda yolu sağında çok yüksek bir tepe görürdüm. Gece de parlak bir ışık olarak fark edilirdi. Bu kez aşağıdan bakmak istemedim. Liman’ın hemen yakınından yol ayrımı ile tırmanmaya başlıyorsunuz. Tertemiz bir asfalt. Ancak son derce keskin virajlara sahip. Ve dik tırmanıyorsunuz. Yer yer de çok dar. Dura kalka yaklaşık yarım saat sonra yukarıya ulaştım. Yolda düşük banket ve çam iğneleri tehlike yaratıyor. Çıkarken değil de özellikle inerken çok daha dikkat sarf edilmesi gereken bir yol.
Tünektepe Yolu
Tünektepe Yolu
Tünektepe’den Kemer İstikametine Bakış
Yukarıda daha sonra döner yapıda olduğunu öğrendiğim silindir şekilli bir lokanta binası ve otoparkı mevcut. Bir de hoş bir seyir terası var. Aracımı otoparka park edip etrafı dolaşmaya başlayınca seyir terasında eski bir Pontiac’a rastladım. Etrafta soracak kimse yoktu ancak 1955-1960 arası bir model olduğunu zannediyorum. Kendimi birden 1961 yapımı West Side Story filminin içinde hissettim ve aklıma Natalie Wood geldi. O’na hala hayranımdır.
Natalie Wood
Sefa Hamamı’nda Hamam Sefası
Kale içinde yürürken karşıma Sefa Hamamı çıktı. Hamama gitmeyeli yıllar olmuştu, hadi gireyim dedim. Erkekler için saatin uygun olup olmadığını sordum, uygun dediler. İçerisi temiz ve eski bir mimari ile döşeli. Bana giriş katında ahşap bir soyunma odası gösterdiler. Giysilerimden arınıp, peştamallı olarak alt kattaki hamam dairesine indim. Miyop ve astigmat göz rahatsızlığım olduğu için gözlük kullanırım. Tabii ki bir hamamda pek işe yaramaz, gerek de yok zaten. O sebeple takmadım ama yanıma aldım. İçeride 10-12 kişi gördüğümü hatırlıyorum. Ancak yıkanırken bir ara kubbeyi merak ettiğimden gözlüğümü su ile ıslatıp takınca içeride hanım kişiler gördüm. Yanlış odaya mı girdim derken buranın karışık bir turistik hamam olduğunu fark ettim.
Yıkanma faslından sonra üst katta çay eşliğinde kururken hamamın broşürünü okudum, yazan bilgileri aynen aktarıyorum;
“Osmanlı şehir arşivinde “Makbul Ağa Hamamı” olarak hizmet verdiği belirtilen şimdiki adıyla Sefa Hamamı’nın 1450 yılında restore edildiği, “Makbul Ağa Camii Vakfı” yıllık gelir beyanından anlaşılmaktadır. 13. yy. Selçuklu Mimari özelliklerini taşıyan bu hamamın alt yapısında Roma mimarisinini izleri bulunmaktadır. Hamamın; Apoditeryum (Soyunmalık) bölümü 80 yıl önce modernize edilmiş. Frigitaryum (Soğukluk), Tpitaryum (Kuru ılıklık), Kaldaryum (Nemli sıcaklık), Sudatoryum (Buhar banyosu) ve Praefornium (Külhan) bölümleri ise Türk-Roma Antik dokusu hiç bozulmadan günümüze ulaşmıştır. Sıcak su haznesini altındaki Praefornium (Külhan, ocak) da yakılan odunların alevleri hamam altındaki tünellerden geçerek bacalara ulaşmakta ve genel ısınmayı sağlamaktadır.”
Hadrian Kapısı’ndan detay
Kaleiçi
Kaleiçi
3 Kasım 2004, Çarşamba
Bakırlıtepe, Saklıkent
Konyaaltı’ndan “Saklıkent” tabelasını takip ederseniz yaklaşık 45 km. güzel manzaralı, ve virajlı yollardan geçerek ulaşırsınız. Saklıkent’in rakımı 1850 m civarı, yol bozuk olduğu için epey bir hoplaya zıplaya geldim. Yolda oluşan rahatsız edici bir tıkırtının sebebini bulmak için bir Lokantanın önünde mola verdim. O esnada lokanta çalışanı Mehmet bey yanıma geldi ve beni çaya davet etti. Bir yandan çayın demlenmesini beklerken, diğer yandan da motoru kontrol ediyordum ve nihayetinde sağ çanta sabitleme cıvatasının gevşediğini fark ettim. Sıkıştırınca problem kalmadı.
İşte bu sırada Mehmet bey getirdiği çayın tadını beğenmedi ve hepsini döküp yeniden demledi. Bir yarım saat daha mecburi istirahat ettik. Bakırlıtepe’ye baka baka çayımı yudumladım. Bir yandan Mehmet bey ile sohbet ettim, diğer yandan da nasıl tırmanacağımı düşündüm. İnanın düşünmeyi gerektirecek ciddi bir yol.
Bakırlıtepe (Zoom)
Bakırlıtepe Yolu
Bakırlıtepe’de “Tübitak Ulusal Gözlem Evi” mevcut ve Saklıkent le arasındaki rakım farkı 750 m. Demek ki tırmanacağım tepenin rakımı 2600 m. KLR Kaçgar’dan alışık buna. Çıkar.
Yol tamamen toprak. İlk kilometreler rahat geçiyor ancak tepenin eteklerine gelince iş değişiyor. Dar, taşlı, ve sert virajlar. Tam 18 adet 180 derecelik viraj saydım. Bu virajların bazılarında asla ve asla durmayacaksınız. 1. vites ritimli bir şekilde ilerledim. Tek silindirli bir araç kullandığım için düşük devirlerde motoru kontrol etmek zor olmadı. Kaçgar’da, Ayder’den Avusor yaylasına çıkışım aklıma geldi. Burası daha dik ama toprak kuru. Avusor’da ıslak kumul taban özellikle iniş esnasında farklı bir tehlike yaratıyordu. Orası bir klasik.
Çıkarken o kadar uzakları yüksekten görme şansım oldu ki, kendimi Akdeniz’in çatısında hissettim. Manzara heyecan vericiydi. Yolunuz Antalya’ya düşerse mutlaka gidin görün. Ancak enduro şart.
Bakırlıtepe Yolu
Tubitak Gözlem Evi
Bakırlıtepe’den Bakış
Yukarı çıktıkça KLR’nin motorundan gelen ses sertleşti ve vuruntular arttı. Havanın ısısı da ciddi şekilde düştü ve rüzgarın da etkisiyle üşümeye bağladım. Rasathanenin içine giriş izni alamadım ancak etrafı gezip fotoğraf çekmeme müsaade ettiler. Tabii ki iniş çıkıştan uzun sürdü. Adım adım Saklıkent’e, sonra da yeniden Antalya. Yakıt ikmali ardından, istikamet Kemer.
Aslanko
Hiç 1938 model KS 500 çift silindir Zündapp görmemiştim. Çalışır vaziyette hem. Yanında da 1950 model tek silindir BMW R25. Aslanko’nun mağazasında bunlar var. Hatta daha fazlası da mevcut bu klasiklerden. Kimisi depoda, kimisi servis tezgahında restorasyon görmekte.
Tolga Büyüköner, yolum Kemer’e uğradığı takdirde Moto Aslanko’nun sahibi Arslan Demir’e uğrayıp tanışmamı tavsiye etmişti. Akşam saatlerinde ulaşınca doğruca gittim, tanıştık, saatlerce sohbet ettik. Kendisi motosiklete gönül vermiş, son derece çalışkan, güler yüzlü bir arkadaşımız. Firmasında hemen her çeşit motosikletin bakımı yapılabiliyor, yedek parça ve sarf malzemesi temin ediliyor. Bununla birlikte kiralama ve tur organizasyonları da yapmakta. Özellikle yurt dışından çok miktarda müşterisi mevcut. Bildiğim kadarı ile sadece kiralama için 50 ye yakın makinesi mevcut.
Bir de kendisinde, daha evvelce Tolga Büyüköner’in kullandığı 1997 model 26,016 km de bir BMW R 80 GS Basic var ki sormayın gitsin. Fabrikadan çıktığı kadar tertemiz duruyor. Aklım kaldı.Moto Aslanko’nun adres ve irtibat bilgileri şu şekildedir;
Arslan DEMİR
Atatürk Bulvarı, İsa Konuk Çarşısı, No:71, Kemer, Antalya
Tel:242-814 20 18
Web: http://www.motoaslanko.com
E-Mail: info@motoaslanko.com
Kemer’in Begonvilleri
Akşam sohbetimiz esnasında Saklıkent’den Kemer’e uzanan toprak bir yoldan bahsetti, bir daha ki sefere geçmek üzere, notumuzu aldık.
4 Kasım 2004, Perşembe
Olimpos Kadir’s Tree House
Birkaç sene evvel Olimpos’tan bahsetmişti yakınlarım, Kemer’e kadar gidip bir türlü ileriye geçmemiştim. İşte fırsat dedim ve ardından Olimpos. Yaklaşık 1 saat sürdü dura kalka. Doğruca Kadir’in Ağaç Evleri’ne. Aslında birbirine benzeyen pek çok irili ufaklı tesis var burada ama en eski ve en iyi yerin burası olduğunu birkaç kişiden duymuştum. Bu nedenle hiç araştırma yapmadan yerleştim.
İlginç bir yer. Son derece salaş görünümlü bu tesisde rahat etmek mümkün. Yemek salonu, Kafe, internet imkanı, her türlü içkinin bulunabileceği bar, disko… Odalar da ağaçların üstünde. Sanki ortaçağ Avrupa’sında hissettim kendimi. Kahvaltı ve yemeklerin lezzeti fena değil. Internet sitesinden daha detaylı bilgi edinebilirsiniz.
İletişim Bilgileri şu şekildedir;
Antalya’dan Kaş arabalarına binip Kumluca yönünde Kemer’i geçtikten sonra Çıralı sapağının 50 m. ilerisinde sarı tabelalı Olympos sapağına dönülür. Yaklaşık 11 km. sonunda bir Olympos sapağı daha görülür. Tabii ki arabası olmayanlar için bu sapak dönüşlerine yardımcı olan bir servis sistemi de var. Kaş yolundaki ilk yol ayrımından sonra araçtan inip telefon açabilir veya da düzenli olarak çalışan servislerden birisinin gelmesini bekleyebilirsiniz.
Olimpos Sahili
Olimpos Kalıntıları
Olimpos Kalıntıları
Adres:
Kadir’s Yörük Top Tree House Olympos / ANTALYA
Tel: +90 (0)242 892 12 50
Fax: +90 (0)242 892 11 10
Web: http://www.kadirstreehouses.com
E-mail: treehouse@superonline.com
5 Kasım 2004, Cuma
Çıralı
Olimpos’un Sönmeyen Ateşi
Çıralı’dan Akdeniz’e Bakış
Olimpos’dan Antalya’ya dönüşte kısa bir Çıralı molası verdim. Daha evvelce televizyonda gördüğüm “Sönmeyen” ateşi merak ediyordum. Motosiklet ile gidebileceğiniz en son noktadan sonra 1,5 km kadar merdivenli bir arazide tırmanıyorsunuz. Ateş ne kadar ilginç ise, o noktadan Akdeniz’e bakış da bir o kadar hoş ve bu güzelliğin en güzel geceleri görülebildiğini tahmin ediyorum.
6 Kasım 2004, Cumartesi
Köprülü KanyonYıllar evvel Atlas mecmuasında, Köprüçay ile ilgili bir yazı okumuştum. İlk hatırladıklarım raftinge uygun olması ve uzun kanyon geçişlerinin bulunmasıydı. Bir de çarpıcı fotoğraflar. Kaynağından öteye yollar olduğunu duymuştum ancak bu yollar hakkında hiçbir bilgim yoktu. Üstelik ortalama karayolları haritalarında da gözükmeyen, bu sebeple de kullanmadığımız, ama birilerinin kullandığı yollardı bunlar.
Geçmediğimiz yollardı.
İşte bu seyahatin amaçları arasında asıl geçmek istediğim yol burasıydı.
Erken kalktım. Uzun bir gün olacağını tahmin etmiştim. Bu sebeple termosumda yeterince kahve stoğum vardı. Daha önceki yolculuklarımda edindiğim tecrübe sayesinde yanıma 1,5 litre kadar yedek benzin aldım. Beni herhangi bir aksilik durumunda 2-3 gün besleyecek kadar da yiyecek ve su.
KLR’nin ve tüm ekipmanın son kontrollerini detaylı yaptıktan sonra yola koyuldum. Antalya’dan Manavgat istikameti’nde bir süre yol aldıktan sonra Side’ye gelmeden önce sola saptım. Ama tabela o gün yoktu. Bu nedenle sora sora bulmam gerekti. Sabahın taze orman kokusu ve hafif virajlar eşliğinde dura kalka fotoğraf molaları sonrasında taş köprünün bulunduğu noktaya geldim. Etrafı yemyeşil ormanlar ile kaplı yol yaklaşık 2 saat kadar sürdü ve 5-6 adet rafting merkezi fark ettim.
Köprüçay Yolu
Köprüçay
Antik Su Kemeri
KöprüçayTaş Köprü
Bir Su Kaynağı
Motosikletimi müsait bir yere park ettikten sonra etrafı keşfe çıktım. Köprünün üstünde bekleyen adam sizi Köprüçay’ın kaynaklarına kadar götürebilecek bir bot kiralama işi yapıyordu. Civarda birkaç köylü dışında 2 Alman hanım fark ettim. Başka da kimse yoktu.
Bot ilgimi çekti. Çünkü köprünün üstünden görebileceklerimden daha fazlasına ulaşma şansım vardı ancak bu bot 2 kişi ile akıntıya karşı gidecek cinsten değildi. Ayrıca ben kürek çekmektense fotoğraf çekmeği yeğlerim. İşte o anda aklıma turist hanımları da davet etmek geldi. Bir bot kiraladığımı ve akarsunun kaynaklarını görmek isterlerse benimle gelebileceklerini söyledim, kabul ettiler. Ve yola koyulduk. İlk başta akıntı pek fazla değildi ancak kanyon daraldıkça ve kaynaklara yaklaştıkça arttı. Ben botun arkasında oturup etrafı rahat rahat görüntülemeyi başardım. Akıntının şiddetli olduğu yerlerde ben de kürek çektim tabi. Misafirler kürek konusunda tahminimden daha başarılı oldular.
Bir Su Kaynağı Daha
Köprüçay
Misafirler (Tur Sonrası)
Çok yüksek kaya blokların arasından akan su şiddetli bir ses ve serin rutubet hissettirdi. Görülmeye değer bir yer. Antalya’ya yolunuz düşerse mutlaka görün. Keyifliydi doğrusu.
Yol Köprüçay’dan sonra Selge antik kentine devam ediyor. Selge daha da yükseklerde. Yol çok kıvrımlı, ince ama en önemlisi ciddi uçurumlar içeriyor. Ve de muhteşem manzaralar. Sık sık durup seyretmeden yapamadım.
Selge Yolu
Selge yolu
Selge Yolu
Selge Tiyatrosu
Selge’den Antalya İstikametine Bakış
Selge’nin biraz gerisinde küçük bir “Isparta” tabelası gördüm. İşte aradığım yol burasıydı. Saptım. Yol bu noktadan sonra çok tenhalaşıyor, ıssızlaşıyor. Hala geri dönebileceğimi tahmin ettiğim en ileri noktaya kadar gittim, durdum. Bir kahve molası daha. Bulunduğum yer vadi şeklinde. Ağaçlık olduğu halde kuş sesleri yok, sessiz. Sol tarafta kuru bir akarsu yatağı. Sanki eskiden çok kalabalıkmış da sonradan terk edilmiş bir bölge gibi. Cep telefonu da kapsama dışı. Devam etme kararı alıyorum. Yaklaşık 20 km sonra bir köye ulaştım. Her ihtimale karşı benzin alabilmek için kısa bir araştırma, sonrası hüsran. Benzin yok. Benzin Kesme’ye kadar yok. Çünkü bu bölgede sadece köy yerleşimleri mevcut. Köylerde de otomobil yok. Traktör var. Bulunduğum noktaya kadar yolun çok virajlı ve iniş çıkışlı olmasından dolayı motor normalden fazla tüketmiş olmalıydı. Durum ciddi.
Bir sonraki köyde yeniden durdum ve yaşlı bir adamdan etrafın güvenliği ile ilgili bilgi aldım. Kendisi “buralar Yörük bölgesidir, sağlamdır. Seni kimse durdurmaz. Rahat ol. Ola ki biri dur derse, durma git o zaman. Benzin de Kesme’ye kadar yok” dedi. Bir de buna ilaveten yol krokisi çizdi. Çünkü buralarda her yol ayrımında tabela yok. Şayet kroki çizmeseydi kesinlikle kaybolurdum. Buna rağmen ileriki saatlerde yaklaşık 15 km. yanlış bir yolda ilerleyip geriye dönmem gerekti. Hata bir kuyunun arkasından sapacağıma önünden sapmam şeklinde gerçekleşmiş. Kesme’ye kaç km kaldığını sorduğumda da “3 saatte gidersin” dedi. Yaşlı adama teşekkür edip yola koyuldum.
Yeşilbağ Yolu
Isparta – Beyşehir Ayrımı
Kesme Yolu
Hesaplarım Kesme’ye kadar depomun yeteceği yönündeydi ve Kesme bulunduğum noktadan tahmini olarak 60 km ötedeydi. Yolun sathı tamamen taşlık, öyle ki kimi yerlerde ayakta yol almayı gerektirecek kadar bozuk. Bir gün bir greyder geçmiş, hepsi o. Yolun bir bölümünde yaklaşık 2 saat boyunca kimse görmedim. Kimi yerlerde yükseklere çıkıyor ve uzakları görebiliyorsunuz, kimi yerlerde derin uçurumların olduğu yerlerden geçiyorsunuz. Böyle bir yoldan tek kişi geçmek son derece sakıncalı. Çünkü olası bir aksilik neticesinde mesela yoldan aşağılara düşmek gibi, sizi kimsenin fark edebileceğini zannetmiyorum. Cep telefonu da çalışmadığı için tek haberleşme şekli bir telsiz yada uydu telefonu olabilir. Tabii siz konuşabilir durumda olacaksınız ve yırtıcı hayvanlar sizi fark etmeyecek. Bu nedenle iki de değil, mümkünse 3 kişi geçmek gerekli.
Kesme Yolu
Kesme Yolundan Detay
Buralarda karşılaştığım Yeşilbağ, Isparta ve Beyşehir istikametlerini gösteren bir tabela beni çok etkiledi. Öyle sanıyorum ki civarda yaşayan köylüler dikmiş olmalıydı. Zira böylesini ilk kez görüyordum. Kesme’ye yaklaştıkça hava da kararmaya başlamıştı. Nedense hiçbir şekilde tedirginlik hissetmedim. Yeşilbağ’ı geçtikten bir süre sonra da Kesme’ye vardım. Burası küçük bir kasaba. Belediyesi var. Ve de bir adet benzin istasyonu. Kredi kartı geçmediği için nakit parayla benzin aldım. Hesaplarım tutmuştu. 13 litre benzin aldım. Yaklaşık 15-20 km. daha gidebilirmişim yani.
Kesme’den sonra Eğirdir’e Aksu üzerinden ulaşıyorsunuz. Tam 90 km sürüyor ve çok virajlı, asfalt. Bir sağa bir sola derken başım döndü. Burayı gece karanlığında geçtim. Hava soğuktu ve Ramazan vakti olmasından dolayı da pek işlek değildi.
Nitekim gece 22:00 sularında Eğirdir’e vardım. Antalya’dan itibaren yaklaşık 190 km. yol aşağı yukarı 11 saat sürdü. Tabii bunun içine köprülü Kanyon’da ve Selge’de harcanan süre de dahil ama yine de çok hırpalayıcıydı.
Ertesi gün yeniden yola koyulup gün boyunca yol aldım ve Istanbul’a, evime vardım. 2335 kilometre daha bitti.
Yol boyunca KLR ile aramda hiç bir sorun olmadı. Birlikte güzel ülkemizde son derece keyifli bir seyahat daha yapmış olduk.Yeniden yollarda olmak ümidiyle, hoşçakalın.
Ertuğrul Ortaç
2004
One thought on “Geçmediğimiz Yollar”
Yorumlar kapalı.