Yoğun iş temposu sonunda nihayet 20-26 Temmuz tarihleri arasında yıllık iznimi kullanmak amacı ile 1 haftalık seyahat yaptım. Bir yandan görülesi o kadar yer varken bir yandan kamp sevgisi sebebi ile gidilebilecek yerler bir miktar kısıtlanıyor elbette. Kamp zengini en yakın bölge Yunanistan’da olduğundan rotayı batıya çevirdim. Araç olarak büyük tekerlekli bir scooter sizi tüm Avrupa kıtasında da istediğiniz her yere götürebilir.
Sürecin belki de en heyecanlı kısmı yol hazırlığıdır. Günler öncesinden defalarca yapılan çanta provaları, uykusuz geceler, okunan bir dolu yol hikayesi sonrası nihayet yola çıkış anı gelir. Yüklersiniz, kontrolleri tamamlarsınız, kontağı çevirir ilerlersiniz. En keyifli zaman başlamıştır artık.
Dönünceye kadar aşılan her viraj, geçilen her km yol “yenidir” artık.
Yola çıkmak üzere, son kontroller.
Hava 34 derece ve rüzgar zaman zaman sert esintili. Üstelik neredeyse İpasala’ya kadar tüm yol açık araziden geçiyor. Aprilia Scarabeo 200ie ‘nin yerden açıklığı ve sele yüksekliği hayli fazladır. Bu nedenle arkamda bulunan mat yaygı zaman zaman rüzgar tuttuğu için tedirginlik yaşatıyor. Bir sonraki yolculuk için mat yerine şişme yatak kullanmaya karar veriyorum. Arka çanta ile benim arama girecek ve fazla yüksek olmayacak bir çanta çok daha güvenli olacak. Veya kumaş yan çanta da olabilir. Neyse, tecrübe oldu diyelim.
İlk durak Alexandroupolis (Dedeağaç) oldu.
Camping Alexandroupolis (Municipality)
Burada Belediye’ye ait çok düzgün bir kamp işletmesi mevcut. Üstelik neredeyse kentin içinde, alışverişe pekala yürüyerek çıkabilirsiniz. Misafirlerine yaklaşık 50-60 metrekare alan verebiliyor. Tüm sosyal tesisleri her sabah temizlenmekte, 24 saat sıcak su bulunmakta, isteğe bağlı olarak elektrik de satın alabilirsiniz. Çevre sessizliğine verilen önemi hem misafirlerinden hem de personelinden fark edebilirsiniz. Çalışanların yolculuğumun kalanı hakkında sorduğum sorulara verdikleri yanıtlar, güleryüzleri ve yardım çabaları görülmeye değer.
Kutuya Vespa takmışlar
Uzaktan ilk bakışta Vespa sanılan bu araç aslnda Vespa değil. 90’lı yıllarda Vespa patenti ile imal edilmiş Hindistan yapımı bir Bajaj. Disk fren eklenmiş, güzel restore edilmiş, donatılmış. Sahibi kendi hazırladığını ve boyadığını anlattı.
Kamp tesisi içinde, plastik masa ve sandalyelerin kullanılmadığı küçük restaurant işletmesi.
Onu hatırlayabildiniz mi?80’li yıllardan iki zamanlı bir MZ. Artık Türkiye’de pek göremez olduk.
Gelişmiş bir motokaravan.
80’li ve 90’lı yıllarda İstanbul Büyükçekmece’de Albatros Camp vardı. Kent merkezine en yakın kamp tesisi olmakla beraber o yıllarda denizi nefisti (henüz sahil doldurulmamıştı). Bu tesis Büyükçekmece Belediyesi tarafından işletilmekteydi ve güncel turizm anlayışından çok uzaktaydı. Bekçisi bile kendine hastı. Ancak buranın en önemli özelliği Avrupa’dan çadır, karavan ve motokaravan ile gelen turistlerin ilk durak yeriydi. Mutlaka birkaç gün dinlenir, sonrasında Güney’e inerlerdi.
Pekçok problemine karşılık Büyükçekmece’nin pazar alışverişi, harika gündelik hayatı ve denizi kampın olumsuz yönlerini bastırır, kendine özel bir durumda mutluluk yaratırdı. Hatta Polonyalı turistlerin kurdukları pazarlar hala aklımızdadır, dahası onlardan satın aldığımız ve kullanmakta olduğumuz hala birkaç kamp eşyası mevcuttur.
Bu düzen ilk olarak Yugoslavya şavaşı esnasında bozuldu. İtalya – Yunanistan feribotları o zamanlar bugünkünden daha da pahalıydı. Hal böyle olunca özellikle her köşeyi gezmeyi seven Alman ve Hollandalı turisler Türkiye’ye geçemez oldular. Sonraki yıllarda ülkemizde başlayan ve halen devam etmekte olan otel turizmi furyası ile gelinen noktada kamp turizmi yerine beton turizmi ve kirli denizler sunabilmkteyiz.
Günümüzde Albatros Camp artık yok. O yılları yaşayan biri olarak hala eksikliğini yaşarım, üzülürüm. Ancak o araziye otel veya bina değilde bir park yapılmış olduğunu bilmek insanı bir nebze rahatlatıyor. Eh, buna da şükür.
İşte Albatros olmadığı için günümüzde Türkiye’nin güneyine inmek isteyen turistler ara mola için Alexandroupolis’deki belediye kampını tercih ediyorlar. Bir diğer nokta, günümüzde Türkiye’de kamp tesisi eskiye oranla çok azalmış bulunmakta. Bahsini ettiğim yıllarda işletilen kampların yerinde otel binaları yükseliyor. Ağaçlar kesilmiş, sahiller halka kapanmış, deniz kirlenmiş vaziyette. Hazırlanan bu tesislerde verilen paket turizm hizmetleri hak ettiğinden daha “ucuza” hizmet üretirken, sahillerimizin kirlenmesine yol açmakta. Bu durum, gelen turistin yerel halk ile karşılaşmadan geri dönmesine yola açmakta ki bölge ekonomisine çok olumsuz etki yaratmakta. Üstelik kültürel alışveriş de yaşanmadığından, Türkiye’nin doğru tanıtımı otellerdeki verilen hizmetler ile sınırlı kalmakta.
Güzel ülkemizin turizm mağduriyeti daha ne kadar sürecek diye düşünmeden edemiyor insan…
Bulaşıkhane
Çamaşırhane
Alexandroupolis – Komotini yolu
Kerammoti’den kalkan Thassos vapuru
Mermer taş ocakları
(Kimi plajlardaki beyaz kumun sebebi adanın zengin beyaz mermer yatakları)
Citroen 2cv6
(Uzun yıllardır ortalarda göremiyordum. Kendine has özellikleri olan klasik bir Fransız otomobili)
Limenas’da akşam üzeri
Gün batımında balık tutma keyfi 🙂
Limenas’da akşam
Golden Beach Camping’de sabah
Adanın en yüksek yerinde rakım 940 metre. Bu nedenle kimi yerde özellikle doğu kıyılarında gün erken batıyor. Aynı şekilde batı sahillerinde de güneş yüzünü geç gösteriyor.
Sosyal tesisler
Sabahın erken saatlerindeki sakin kumsal
Zakkumlar adanın her yerinde…
Virajların güzelliği, yolların temizliği görülmeğe değer.
Kimi zaman bulutlar dağların zirvelerini örtüyor.
Golden Beach’den Skala Sotiros (Camping Deadalos‘a) giderken.
Berrak su…
Hür kuş…
Mercedes- Benz L serisi kamyon. (Dinlenme sırası onda anlaşılan)
Camping Deadalos
Burası harika. Gözden uzak, sessiz, temiz ve ACSI Eurocamping ‘den onay almış. Aile işletmesi olarak, aileler için hazırlanmış. İçinde ihtiyacınız olabilecek tüm detaylar mevcut ve nefis yemeklerin hazırlandığı küçük bir restoranı da mevcut. Adanın diğer yerlerinin aksine günün pekçok saati burada yiyecek ve içecek birşeyler bulabilirsiniz.
Kamp için gölge alan iyi oluyor 🙂
Resepsiyon
Hafif çakıllı kumsalı her daim sessiz.
Çocukların güvenle vakit geçirebileceği oyun alanları.
Gün batımı keyfi için ideal 🙂
Günübirlik ve araçsız olarak Kavala’yı görmeye gittim. Kamptan 2.5 km ilerideki Skala Prinou’dan kalkan ferryboat iskelesine kadar çeşitli bahçe ve zeytinlerin arasından yürüyerek gittim. Sıcakta kolay olmadı ama keyfine değdi doğrusu.
Yaşlı Zeytin ağacı
Yıllar önce Assos ve Küçükkuyu civarında bir gezi esnasında bölgenin Turizm Bakanlığı’ndan yetkili bir rehberi Doğu Roma İmparatorluğu zamanında dikilmiş ve yaklaşık 1100 yaşındaki zeytin ağaçlarını göstermişti. Üstteki fotoğrafda görülen zeytin ağacı o gördüklerimden daha iri ve yaşlı görünmekte. Ayrı bir araştırma konusu olacak konu.
Cumartesi akşamı canlı müzik …
Skala Prinou. Kumsal ve küçük tersane yan yana…
Kavala
Honda GL400
Honda’nın 1978 – 1983 yılları arasında imal ettiği bu motosiklet (Silverwing, GL ve CX kodlu versiyonları mevcuttu) eskimek bilmeyen çok sağlam yapıda ürünlerdir. Ülkemizde sadece birkaç kez görebildiğim bu araçlar Kavala’da hala ekonomik değer taşımakta, ulaşım ve/veya gezi amaçlı kullanılmakta olmalı.
Yukarıdaki bu Honda’nın yaklaşık 31-36 yaşlarında olduğunu bilmek ilginç geliyor insana. İstanbul piyasası bunları görmeli 🙂
Bir Osmanlı binası
Kavalalı Mehmet Ali Paşa Konağı
Arnavut kökenli olduğu düşünülen ve Kavala’nın Kondova köyünde doğmuş olan Mehmet Ali Paşa’nın konağı ve mezarı Kavala’nın tarihi bölgesinde yer almaktadır. Gezim esnasında Bahçeşehir Üniversitesi Paşa hakkında bir kitap tanıtımı yapmaktaydı.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa heykeli
Konağın dışından bir görünüş.
Konağın içinden sade yaşamı hissettiren detaylar.
Eski semtteki günümüz yaşantısını anlatan unsurlar.
Pencereler hala sürgülü !
Şu anda kullanımda olmayan ancak korunmuş Osmanlı binaları
İlan direği
Bir sokak aydınlatma direğinin aynı zamanda ilan panosu vazifesi olursa, ve herkes aynı noktayı kullanırsa böyle oluyor demek ki
Artık İstanbul’da görmesi zor bir beton harç karıştırıcı.
Eski yerleşim bölgesi olduğundan sokak araları çok dar, pek çok yerine herhangi bir inşaat makinesi veya beton mikserlerinin girebilmesi imkansız. Bu sebeple inşaat işlerinde yukarıdaki fotoğrafda görülen eski nesil harç karıştırma makineleri kullanılmakta.
Limenas’daki iskelede günde defalarca yanaşıp kalkan ferryboatların yanındaki suya baktığımda aklıma ilk gelen elbette Marmara’daki iskeleler oldu nedense…
Gezi hakkında Teknik Bilgiler
– Yolculuk tam 1.249 km sürdü. Scarabeo 200ie toplamda 38,5 litre yakıt tüketti. Ortalama yakıt tüketimi 3 Lt/100 km.
– Hava sıcaklığı genelde 30 – 34 derece oldu, Scarabeo asfaltta 41 dereceyi (güneşte) gördü. Şehir içi turlamalarda soğutma fanı devreye girdi ancak motor ısı göstergesi hiç bir zaman kırmızı bölgeye yaklaşmadı. Fan vibrasyonsuz ve sessiz çalışıyor.
-Burası önemli; birkaç defa, biçimsiz yerlerde ve toprak kum karışımı zeminde manevra yapmak zorunda kaldım. Hatta bir keresinde tam yüklü olarak ve aslında girmemem gereken yola saptım (merak işte). Kalkışta “ilk yerle temasım burada olacakmış meğer” derken rahat bir şekilde kalktım ki, hiç tahmin etmiyordum. Scarabeo 200ie kalkış esnasında gaz verildiğinde benzini yavaş aktarıyor ve hız arttıkça takviye ediyor. Bunu digital ateşleme kontrol ünitesi yapıyor. Sonraki saniyelerde gücün arttığını net biçimde hissediyorsunuz. Kesinlikle kayma, kıç atma yaşatmıyor. İlk eleştirilerimde “çabuk kalkmıyor” diye düşünürken aslında bu denli akıllıca hazırlandığını tahmin edememiştim. Takdir ettim.
– Scarabeo 200ie yüklü vaziyette daha da keyifli oluyor. Yumuşayan süspansiyonun yanıda motorun gücünde azalma olmuyor. Buna rağmen herhangi bir olumsuz salınma tehlikesine girmemek için süspansiyonu 1 veya 2 adım sertleştirmekte fayda var.
– Çanta yerleşimine dikkat etmek gerek, havaleli yük rüzgarda sorun oluyor. Mümkün olduğunca yükü aşağıda tutmak gerek.
Yolculuğun haritası
Bir sonraki yazıda başka bir yeri paylaşabilmek umuduyla, yolda olun, hoşçakalın.
Ertuğrul Ortaç
5 Ağustos 2014