İşte İtalya…
Hayattaki İlk idolüm Adriano Celentano’nun memleketidir benim için. İlk kez burada bulunuyorum ve ilginç bir şekilde heyecanlıyım. Çocukluğumdan bu yana İtalyan sanatçıları beğenerek dinlerim. Celentano çocukluğumdan bu yana hana sahnede. Tek kanal siyah-beyaz TRT zamanları, RAI televizyonundan (İtalya’dan Müzik) Rafaella Carra Show yayınlanırdı. Danslar müzik muhteşemdi. Mina’yı, Iva Zanichi’yi hala dinlerim.
Adriano Celentano
Sanatçılarının çizgilerine, sürat meraklarına hayranımdır. Farklı bir toplumdur, üstelik ilk kez onların içindeyim. 2015’de bir süre İtalyan Kültür Merkezi’nden İtalyanca dil dersi almıştım, bakalım bir şeyler kalmış mı?
Trieste’den Adriatic’e bakış
İlk adresim Aquileia kenti olacak. Oraya ulaşmak için Trieste’nin içinden geçiyorum. Bu esnada herhangi bir Otoyol kullanamıyorum, 300cc altında motosikletlerin girişi yasak. Sorun değil, zaten otoyol gezmesi değil bu, kentlerin, kasabaların, köylerin içinden geçerek ilerliyorum.
Fiat Panda
Trieste bir liman kenti, tabela sistemi gayet başarılı. Herhangi bir şekilde sorun yaşamadan ilerledim. Özellikle “eski” İtaylan filmerinde gördüğüm “dekor” mahiyetindeki evler, sokaklar, caddeler tamamen hafızamda tazelendi. Sophia Loren’in filmlerindeki mekanlar. Otomobiller küçük, pek çoğu da 80’li yıllardan bu yana kullanılan araçlar. Hele Fiat Panda’nın ilk versiyonu yok mu; taa ortaokul yıllarımda hayal etmiştim, kırmızı bir tanesi ile gezecektim. Bir sürü. Türkiye’ye 90’lı yılların başında Seat tarafından yapılan Marbella serisi gelmişti ama arasanız bir tane bulamazsınız. Her yerde görüyorum 🙂 Fiat 500 lerden bahsetmiyorum bile.
Akşam üzeri Aquileia’ya vardım. Tam bir Kuzey İtalya kenti. Çalışkan, mağrur ve sessiz. Sanki İtalya değil de, Almanya gibi.
27 Haziran, Salı
Bugün Venedik’i (Venice) görmek için yola çıktım. Ve hava yağmura çevirdi. Aquileia ile Venedik arası yaklaşık 120 km. Bunun 70 km si yağmurda geçti.
Yol dar, bir gidiş, bir geliş iki şerit. Yağmur ile beraber biraz sıkıntı olsada, harika manzaralar eşliğinde ilerliyorum.
Venedik’e girince ilk fark ettiğim yoğun trafik, rutubet, yüksek fiyatlar.
Hiç ama hiç, nasıl bir yer diye gözümde canlandırmadım, sadece televizyonda, gazete ve mecmualarda gördüğüm bir kentdi. Ve içindeyim. San Marco meydanından giriş yaptım. Aşırı kalabalık, kanallar, köprüler… Vay canına, Venedik demek böyleymiş.
Bir hane kapısı
Kapı zilleri
Neyseki akşam Aquileia’ya dönüş nispeten kuru oldu.
28 Haziran, Çarşamba
Dün Venedik ziyareti esnasında yağmurdan dolayı bir hayli yoruldum. Bu günü Aquileia’da keşif yaparak, sokaklarında dolaşarak geçirdim.
Udine kentine bağlı bu kasaba girişinden çıkışına kadar her yeri tertemiz. Kimi araçlar yeni, kimi eski, binalar keza aynı şekilde. Ortak nokta her yer tertemiz.
Aquileia, barındırdığı tarihi doku sebebi ile Unesco tarafından koruma altına alınmış.
29 Haziran, Perşembe
Son iki gündür hava devamlı yağıyor. Müsait bir arada toparlanıp yola düşüyorum. Net hedef yok, Ravenna-Rimini arası bir yerlerde konaklayacağım. Ve yola çıkınca yine yağmur…
Ravenna’ya yaklaşırken bir Yamaha servisi görüyorum ve içeri giriyorum. Kiraz’ın yağ değişim zamanı gelmişti. Klasik Yamaha konsepti ve güleryüzlü çalışanlar. Türkiye’deki servislerden bir farkı istediğim marka yağ seçebilme özgürlüğü oldu, çok memnun kaldım. Bu arada YBR hk biraz bilgi aldılar. Hatta benden önce Rusya’dan gelen birinde görmüşler ve ilgiyle incelediler.
Della Rose isminde bir kampa yerleştim, tıpkı Büyükçekmece Albatros Camping. Ve gün bitti.
30 Haziran, Cuma
Yağmur devam ediyor. Ona fırtına da eklendi. Yol zaman zaman çekilmez olmakta ve gücüm azalmaya başladı. Özellikle sağdan çok sert esiyor.
Hedefimde Pescara var ama yoruldum. Yemek yiyecek yer aradım, saatler tutmadı sanki. Veya ben göremedim. Önüme bir McDonalds çıktı. Bildik, lezzeti olmayan yiyecekler ki hiç tercihim değildir. Mc Menü bitti 🙂
Yolun kalabalık ve dar olması nedeni ile yavaş ilerleyebiliyorum. Arada geçtiğim kasabalara girip kısa bir tur atıyorum.Hepside ayrı güzellikte ve incelemeye değer yerler. Elbette o kadar vakit yok.
Pescara’yı da geçip Ortona’ya kadar ulaşabiliyorum. Yorgunluğumdan dolayı bunu beklemiyordum ama vardım.
Gece bir hayli geç oldu. İlk bulduğum kamp aşırı yüksek diyat istedi, yola devam ettim ve bir başka noktada fiyatı ve kalitesi cazip bir yeri buldum. Neşeli gece bekçisi patronu uyandırdı, o da somurtmadı, sağolsunlar ilgilendiler. Gün bitti, gece de bitti sayılır.
1 Temmuz, Cumartesi
Uyandım. Kalkmakta zorlanıyorum. Çadırın kapısını aralayınca gördüğüm manzara o yorgunluğa değdi ama. Set üzerinde bir nokta ve en öndeyim. Harika.
Süt almak için Ortona’ya geçtim. Güzel bir kent olduğunu fark ettim. Daracık sokaklarda yürürken ilginç detaylara rastlayabilirsiniz.
Manavı, bakkalı, polisi, her kes kaygısız, neşesiz ama bolca konuşuyorlar.
Castello Aragonese (Ortona Kalesi)
Öğlenden sonra yeniden kente inip daha detaylıcana dolaştım sokakları, kalesi, kenarı, içi. Deniz kıyısında limanı ve tren istasyonları bulunmakta. Bu bölgenin en eski İtaliklerin yaşam mahali olduğunu öğrendim.
Meyve saati
Gün batar, sahne yıldızlara kalır.
2 Temmuz, Pazar
Şaka gibi başladı gün. Yine yağmur. Bari’ye kadar ilerlemeyi planlamıştım, iki posta yağmura rağmen hedefi tutturdum. Nedeni sahile paralel bir ara yol buldum. Transit amaçlı, hoş da değil. Güneye indikçe yol kalitesi bozulmaya başladı. Etrafda bolca çöp yığınları mevcut. Bazı mevkilerde genç hayat kadınları müşteri bekliyorlar. Sandalyesi, güneş şemsiyesi, topuklu ayakkabı ve olmazsa olmaz rengarenk bikinileri ile.
Trani
Trani’de kısa bir mola verip dinlendim.
Yola inatla devam etmek çok yorucu oldu ancak güzel bir kamping tesisi bulmakda hediyesiydi elbette.
Hayli büyük, sakin, temiz. Kayalık bir plajı var ama plaj ve deniz bugün için çok önemli değil. Hoşuma gitti gerçekten. Yol günü erken bitti.
Hızlıca ıslak eşyaların kuruması gerek, hemen asıldılar. Şansıma rüzgar devam etmekte.
Bugünün bir diğer özelliği yolculuğumun yağmur kontenjanının bitmesiydi. Günlerdir süren yağış yerini güneşli günlere bırakıyor nihayet.
Yerleşme telaşı bitince ilk aklıma gelen midemin açlığı oldu. Mutfak malzemeleri çıkartılır, ocak yanar vee yemek…
Kamp tesisi denize kıyı ama sahil kayalık. Adriatik’in doğu sahilleri geldi aklıma, özellikle Hırvatistan. Ne yazık ki batı aynı şansa sahip değil.
3 Temmuz, Pazartesi
Bu sabah yağmur yok. Fırtına devam…
Şiddetli rüzgarda çadır toplamak zordur. O sebeple bekledim. Öğlene doğru hafifleyince bir hamlede toplandım.
Güneye doğru aynı yola devam. Yaklaşık 2 saatlik bir yolculuk sonrasında Torre Dell’Orso’da Sentinella Camping’e ulaştım.
İşletme arazisi çok ağaçlı, gölgeli ve içeride rüzgar da yok elbette. İçinde motel de barındırmakta. Ağustos böcekleri insanların sesini bastıracak kadar çılgınca ötüyorlar. Tıpkı Marmaris’de 80’li yıllarda ailecek gittiğimiz Çubucak Orman Kampı gibi.
Sıra sıra aynalar, üzerlerinde ışıklar, ön taraflarında etejer ve elektrik prizleri. İlk başta bunu çok yadırgadım, neden bu kadar çok diye. Akşam olunca genç kızlar, erkekler makyaj ve bakım için doldurdular. Tesisin hemen yanındaki diskoya dansa gitmek için hazırlık yapıyorlardı. İnsanın içine yaşam sevinci veren bir görüntüydü.
4 Temmuz, Salı
Lecce
Bugün belki de yolculuğumun en özel etapı; Lecce‘yi görmeye gidiyorum. İki senedir heyecanla merakla ulaşmayı hayal ettiğim kent. Puglia‘nın göz bebeği. Eski kentin sarı sokaklarını göreceğim.
Basilica di Santa Croce
Bir barok ziyafeti.
Hiç İspanya’da bulunmadım ancak nedense kendimi orada hissettim. Fotoğraflardan veya etrafta işittiğim İtalyanca’nın lehçesinden olabilir.
Bu bölgenin Kuzey İtalya’dan bir farkı daha var, pizzalar ince 🙂
5 Temmuz, Çarşamba
Bugün sahil boyu, Seranto burnunun en kuzey noktasına kadar günübirlik ilerlemek istedim. Ufacık koylar, plajlar, dara yollar, mavi, ilginç tarihi eserler, kaleler…
7 Temmuz, Cuma
Igoumenitsa’ya kalkan ferryboat ile İtalya’dan ayrılıyorum. Gemi rotası gereği Yunanistan’a yaklaşırken Arnavutluk sahillerine yakın geçiyor ve Corfu adasınına uğramadan Igoumenitsa’ya ulaşıyor. Gece vardığım için Igoumenitsa’yı pek inceleme şanım olmuyor, doğruca daha önceden belirlediğim campinge doğru ilerliyorum. Hayli geç bir saat de olsa çadırımı kurup hızlıca uykuya dalıyorum.
Yolculuk Hakkında Bilgi
Öncelikle şu noktayı belirtmek isterim, araç seçimi çok doğru oldu. Yamaha YBR125 bu süreçte bana dört dörtlük hizmet verdi. Hiç bir sorun yaşatmadı. Pek az yerde hızı yetersiz kaldı. Şurası bir gerçek, gezdiğim bölgede otoyol kullanmak çok saçma olacaktı, o nedenle kimi dağlık, kimi sahil yollarında ilerledim. Haliye buralarda yapabileceğiniz sürat zaten çok olamıyor. Hafif ve ince yapılı olması dar ve eski yollarda çok işime yaradı. Benzin ve idame giderleri hiç yük olmadı. Bakım zamanı da gelince önüme çıkan bir Yamaha servisinde ihtiyacım olan desteği buldum. Kısaca “Kiraz” harika bir yol arkadaşıydı.
Teşekkürler Kiraz 🙂
Yanıma aldığım bir dolu malzemenin yanında çok önemli bir eksiklik yaşadım; su bidonu. 5 Lt lik kulandıkça küçülen bir kamp bidonu bulamadım. Yolda da rastlamadım bir türlü. Haliye çeşmelerden faydalanma imkanım kısıtlı kaldı. 1,5 Lt lik su şişelerini kullandım ancak pratik olmuyor. Su kimi yerde inanması güç ama benzinden daha pahalı! Bu sebeple su tankı veya taşımaya uygun bidon çok önemli. Bunu tecrübe haneme işledim
Avrupa’da kamp tesislerini ve bunlar hakkındaki tüm bilgileri Acsi isimli firmanın yazılımı vasıtasıyla tedarik ettim. Gayet kaliteli hizmet vermekte, tavsiye ederim.
Harita ve navigasyon yazılımı bu tür yolculuklarda mutlaka Offline çalışabilen olmalı. Tercihim Here oldu. Çok memnun kaldım.
Bu iki uygulamayı da Android telefonuma yükledim. Acsi’den aldığım koordinatları doğrudan Here’ye yapıştırarak her istediğim yere doğru şekilde ulaşabildim.
Kaskımda bulunan Bluetooth intercom cihazı sayesinde telefon ekranına bakmadan bile yol ve navigasyon hakkında bilgi alabildim.
Yolculuk rotası
Toplam aşılan yol : 5.453 km
Toplam tüketilen benzin : 137,5 litre
Ortalama yakıt tüketimi : 2,5 litre/100 km
Rota bilgileri (Wikiloc);
Böylesi uzun bir yolculuk tahmin ettiğimin ötesinde zorluklar ve keyifler yaşattı. Evime ve sevdiklerime kavuştuğumda kendimi daha güçlü, daha özel hissettim. Ancak şöyle bir detay var; uzakları gördükçe daha da uzakların açlığını yaşamaya başladım.
Yol insanı özgürleştiriyor, güçlendiriyor, yaşama bağlıyor.
Yolda hayat var.
Ertuğrul Ortaç
10 Temmuz 2017
One thought on “Pupa Yelken Ama İki Teker – II”
Yorumlar kapalı.