Hani bazen güne kötü uyanır ya insan, üzerinden tren geçmiş gibi. Hele bir de mevsimlerden kış ve dışarıda da kapkara bir hava varsa…
İşte ben de böyle uyanıyorum bir süredir her güne. Sebebi çok…
Bu Cumartesi çıkalım, haydi biraz yol yapalım dersin. Diyelim ilk etap Eskihisar – Topçular vapuru. Tem’den gitsen, çoğunluk alçak uçuş denemesinde. E5’i kullanalım, en azından şehir içi desen, başta sarı damperli canavarlar olmak üzere, Gebze minibüsleri, araç kullanırken aynayı ve sinyal kolunu henüz keşfedememiş yaratıklar, en emniyetsiz yer olan emniyet şeridindeki tanımlanamayan nesneler…
Liste uzaaar, gider.
Oldu ya diyelim ki bir şekilde bunların hiçbiri başına gelmeden denizin karşı kıyısına ulaştın. Gün boyu istediğin geziyi yaptın, mutlusun. Bitti mi? Elbette hayır.
Bu sefer de dönüş çilesi başlar ki hiç sorma. İstanbul ve civarı uyanmış, hepsi bir şekilde yola düşmüştür. Ama öyle böyle düşmek değil. Herkes aynı anda, en önce, aynı yere gitmek konusunda son derece ısrarcıdır. Yol dört şerittir ama en az 9 şerit olmaya zorlanmaktadır. Haliyle emniyet şeridine girmek istersin. Aynadan acil durum araçlarını (cankurtaran, itfaiye, resmi polis aracı, vb.) kontrol ederek, eğer geliyorlarsa yol vermek kaydıyla trafiğin açıldığı yere kadar kontrollü bir şekilde sürmek istersin. Ama ne mümkün. Emniyet şeridi her türden vasıta ile dolmuştur zaten. Ki abartmıyorum kocaman kamyonlar da dahil olmak üzere. Tam korumalı elbiseler içinde perişan olmuş ve bir de muhteşem kokulu egzos gazlarını direkt ciğerlere indirirken, sol el baş parmağı korna üzerinde emniyet şeridindeki türlü aracı bertaraf etmeye çalışırsın. İşte o sırada, hiçbir uyarı, hiçbir işaret vermeksizin emniyet şeridinde seninle refüj arasından milim farkla bir motor geçer. Ödün kopar. Neresinden tutsan elde kalır. Bakarsın, dersin ki, cahil çocuklar, eğitimsiz, deli kanlarıyla ne yaptıklarının farkında değiller. Ama gördüğün mahalle mobilyacısında satılan scooter değil, hayli yüksek bir alım gücü gerektiren 1200 cc hacimli ağabey ve arkasındaki yengedir. Ne söylesen boştur o an. Arkasından türlü düşüncelere dalarsın. O zaman anlarsın ki, diğer araç sürücülerine boşuna kızıyorsun. Konu araçta değil, kafada!
Ama bir bakarsın, bir sabah pencerenden sızan güneş ışıkları tatlı tatlı göz kapaklarına vurur. Seni kırmadan ama ısrarla yatağından çıkarmak niyetindedir çünkü. Kalkarsın, camı açar derin bir nefes alırsın. Gökyüzü masmavi, kuşlar cıvıl cıvıl, sana da bir rahatlık gelmiştir; farkedersin. Aslında bahardır gelen. Çok şükür, eski dost yine üzmemiştir.
Çocuklar gibi şendir için. Hani ilk defa sevgilisiyle buluşacak delikanlının karnına giren ağrı vardır ya, işte tam da o. Hem heyecan, hem sevinç, hem mutluluk dolu. Kalbin daha bir ateşli çarpar. İşte o an atlarsın motoruna. Ne trafiği görür gözün, ne de geri kalanı. Bir de dilinde sevdiğin bir ezgi varsa, değme keyfine. İşte o zaman hürsündür, işte o zaman kendinlesindir, işte o zaman başkaları için değil kendin için yaşamaya başlarsın. Anlarsın ki, asıl olan bulutlu zamanlarda kafana taktıkların değil, kendi özündür. İşte o zaman daha bir sıkı kavra depoyu dizlerinle ve derin bir nefes al. Göreceksin hayat nasıl güzelleşiyor. Ve en önemlisi şükret, motora bindiğin için, sağlıklı ve hayatta olduğun için. Bahar seni hala yatağından kaldırabildiği için…
Hepimize keyifli, kazasız ve mutluluk dolu bir sezon olsun.
Özgür Daldaban
29 Mart 2017